-Krizler ekonomisi-1994 krizi
Neden
1994 krizi?
Geçmişte de birçok kriz yaşayan, bu
krizlerden derinden etkilenen bir ekonomi olan Türkiye’de, 1994 krizi,
öncekilerle karşılaştırıldığında oldukça farklı bir krizdir.
Yazıya konu olarak neden 1994 krizi
seçilmiştir? Birinci neden yazının hacmiyle ilgilidir. Bütün krizleri yazmaya
ne zamanımız ne de gücümüz yetmeyecekti. Bu nedenle konu olarak bu yazının
yazıldığı tarihten önceki kriz olan 1994 krizi ele alındı.
Diğer bir neden ise Türk ekonomisinin
her zaman temel sorunu olagelmiş cari işlemler krizi
özelliği taşımasının yanı sıra 1994 krizinin, aynı zamanda, gelişmiş bir
ekonomide görülen finans krizi niteliğinde olmasıdır. Bu oldukça dikkat
çekicidir.
Üçüncü bir neden de bu krizin rakamsal
boyutlarının öncekilerle karşılaştırılamayacak kadar büyük olmasıdır.
İşte bu nedenlerle bu yazıya konu
olarak 1994 krizi seçilmiştir.
Bu yazı için çok sayıda veri
taranmıştır ama anlaşılır bir dil kullanılmaya ve metni rakamlara boğmamaya
dikkat edilmiştir. Fakat yine de bir ekonomi yazısı olması nedeniyle oldukça
fazla rakamsal veri kullanılmıştır. Konu uzman olmayan kişilerin de anlayabileceği
bir dille yazılmaya çalışılmıştır. Tabii ki nihai kararı okur verecektir.
1994
yılına nasıl gelindi?
Türkiye, Osmanlı devletinden aldığı
ekonomik yapıyı Cumhuriyet döneminde oldukça hızlı bir şekilde dönüştürdü,
geliştirdi. Cumhuriyet kurulduğu tarihlerde Türkiye, en temel ihtiyaçlarını
bile karşılamayan bir tarım devletiydi ve çok sınırlı bir sanayiye sahipti.
Korkut Boratav’ın tespitleriyle tarım cari fiyatlarla 1923-1929 ortalaması
olarak milli gelirin yüzde 46’sını oluşturuyordu. 1920’li yıllarda sanayinin
milli gelirdeki payı da sadece yüzde 11 idi. (Korkut Boratav: Türkiye İktisat
Tarihi 1908-2002, sayfa 51)
Yine Korkut Boratav’ın ifadesiyle,
cumhuriyet kurulduğunda Türkiye, “Tütün, kuru üzüm, pamuk, incir, fındık, yün,
afyon ve yumurta toplam ihracatın yüzde 60-72’sini, sanayi tüketim malları ise
ithalatın çok büyük bir bölümünü oluşturmaktaydı. Kısacası Türkiye, dünya
ekonomisine, esas olarak hammadde ihraç edip, sanayi tüketim malı ithal ederek
katılmaktaydı.” (Korkut Boratav: Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002, sayfa 50).
Zaten 1923 yılında cari fiyatlarla koca ülkenin ihracatı 50 milyon 790 bin
dolar, ithalatı ise 86 milyon 872 milyon dolardı. (DİE İstatistik Göstergeler
1923-1991 sayfa 290). O yıl ülkede kişi başına gayri safi milli hasıla veya
kişi başına milli gelir cari fiyatlarla sadece 34,6 dolardı. (DİE İstatistik Göstergeler
1923-1991 sayfa 412)
Türkiye’ye Osmanlı devletinden önemli
miktarda da borç devralmıştı. Osmanlı’nın borcu, Türkiye Cumhuriyeti ile
imparatorluğun topraklarını paylaşan diğer devletler arasında dağıtılmış fakat
yine de toplam borcun üçte ikisini oluşturan yaklaşık 85 milyon altın liralık
bir borcu Türkiye yüklenmişti. (Korkut Boratav: Türkiye İktisat Tarihi
1908-2002, sayfa 44)
Türkiye ekonomisi, 1923 yılından 1994
yılına kadar, parlak yıllar da yaşadı, dibe vurduğu da oldu. 1924, 1925, 1926,
1928, 1929, 1933, 1936, 1946, 1948, 1951, 1952, 1953, 1966 yıllarında yüzde
10’un üzerinde büyüdü. (DİE İstatistik Göstergeler 1923-1991 sayfa 414-415,
DİE’nin baz yılı olan 1948 rakamı Prof. Dr. Menduh Yaşa idaresinde Akbank’ta
kurulan ilim heyeti tarafından hazırlanan “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi
1923-1980” başlıklı çalışmasının sayfa 74’deki tablosundan hesaplanmıştır).
Hatta ekonomik büyüme 1929 yılında yüzde 21,6’ya, 1936 yılında yüzde 23,2’ye,
2. Dünya Savaşı’ndaki büyük ekonomik yıkımdan çıkılmasının da etkisiyle 1946
yılında yüzde 31,9’a kadar da ulaştı.
Buna karşın ekonomi 1927, 1932, 1941,
1945 yıllarında ise yüzde 10’un üzerinde küçüldü. Küçülme 2. Dünya Savaşı’nın
son yılında yüzde 15,3’e kadar ulaştı. Türkiye, 1927, 1932, 1935 yıllarındaki
yıllık krizlerin ardından, 1940-1945 döneminde, 1942 yılı hariç (o yıl yüzde
5,6 büyüdü) 5 yıl boyunca küçüldü, büyük bir ekonomik yıkım yaşadı. Daha sonra
1949, 1954 yıllarında ekonomik küçülme görüldü. Bu tarihten, yani 1954 yılından
1979 yılına kadar 24 sene aralıksız büyüyen ekonomi, 1979’da yeniden bir krize
girdi.
1980’da alınan 24 Ocak kararları
ekonomiyi dışa açtı. Ardından 12 Eylül askeri darbesi geldi ve 24 Ocak kararları
sert bir şekilde uygulama fırsatı bulmuş oldu. Bu tarihlerde yeniden
yapılandırılan Türk ekonomisi, dışa açıldı ama krizlere de daha açık bir yapıya
dönüştü. Nitekim, 1980 sonrasında, özellikle 1984-1987 döneminde hızlı bir
şekilde büyüyen ekonomi, çok sürmeden 1988 yılında tıkanmaya başlamış ve büyüme
hızı yüzde 1,5’e düştü. Türkiye, 1989 yılında yine düşük bir büyüme (yüzde 1,6)
gösterdi. Ekonomi, 1990 yılında yüzde 9,4 büyüdü ama hemen ertesi yıl yüzde 0,3
büyüyerek mini bir kriz yaşadı. Yine 1992, 1993 yıllarında ardı ardına hızlı
büyüyen (sırasıyla yüzde 6,4, yüzde 8,1) Türkiye ekonomisi, 1994 yılında ciddi
bir krizle karşı karşıya kaldı. Bu krizin ardından bir türlü düzelmeyen ekonomi,
1999 ve 2000-2001 tarihlerinde daha derin krizler yaşadı. Yani seri krizlerin
başlangıcı 1994 krizi oldu.
1994
krizi
1994
yılında ekonomide yüzde 6,1 küçülmeye, yüksek oranda devalüasyona, üç bankanın
(Marmarabank, Impexbank, TYT Bank) batmasına, halkı derinden etkileyen ekonomik
politikalara neden olan kriz, geleceği konusunda aslında iktidarı apaçık
uyarmıştı.
Krizin nedenlerinden biri, değerlenmiş
Türk Lirası’nın da nedenlerinden biri olduğu dış ticaret açığıydı.
Kurulduğundan beri hatta Osmanlı
devleti zamanında bile Türk ekonomisinin en önemli sorunlarından biri dış
ticaret açığı olmuştur.
DİE verilerine göre, Türkiye, 1946
yılından bu yana sürekli dış ticaret açığı vermiş bir ülkedir. (DİE İstatistik
Göstergeler 1923-1991 sayfa 290-291).
Dış
ticaret fazlası verilen son yıl 1946
1946 yılında Türkiye’nin ihracatı
215,8 milyon dolar, ithalatı ise 119,7 milyon dolardı ve o tarihten sonra bir
daha ihracat, ithalatı geçememiştir. Türkiye’nin dış ticaret açığı 1970’li
yıllarda daha da arttı.
1970 ve sonrasında petrol fiyatları
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) ortak hareket etmesiyle 3 kez
petrol krizi yaşandı ve 1960’larda varili 3 dolar olan petrolün fiyatı ilkin 9
dolara, 1980’e doğru 30 dolara kadar çıktı hatta bir ara bu fiyatı bile aştı.
Bu petrolde dışa bağımlı bir ülke olan (yerli petrol üretimi hiçbir zaman
tüketimin yüzde 15’inden fazlasını karşılamamıştır) Türkiye, hemen her ülke
gibi buna hazırlıksız yakalandı.
1980’e gelindiğinde ihracat, petrol
faturasını bile karşılayamıyordu.
Öyle ki, 1975 yılında 1,4 milyar dolar
ihracat yapan Türkiye’nin, ithalatı 4,7 milyar dolar olmuş ve ithalat ihracatın
3,4 katına ulaşmıştır.
Türkiye, 1980 yılına kadar ithal
ikameli bir ekonomik model uygulamıştı. Ekonomi dış dünyaya kapalıydı. Bu
nedenle ihracat ve hatta ithalat rakamları o tarihlerde (1979) 43,5 milyon olan
bir ülke için son derece komikti.
1979 yılında koca ülkenin ithalatı
sadece 5,1 milyar dolardı, ihracatı ise 2,3 milyar doları ancak buluyordu.
24 Ocak kararlarından sonra ihracata
özel önem verildi, bir ihracat seferberliği başlatıldı. Çünkü Türkiye, ihracat
ağırlıklı bir büyüme modeline geçmişti. Dönemin ilkin ekonomiden sorumlu
Başbakan Yardımcısı, 1983’den sonra da Başbakanı olan Turgut Özal,
konuşmalarında sürekli bu konuyu işledi. İhracata yüksek vergi iadeleri
verildi. Fakat bütün gayretlere rağmen ihracat rakamları hiçbir zaman ithalat
rakamlarını yakalayamadı.
Özal döneminde (1983-1989) ihracat
rakamları oldukça yüksek bir oranda arttı ama Türkiye, 1980’e kadar o kadar az
ihracat yapıyordu ki ne kadar artarsa artsın 1989’a gelindiğinde ihracat ancak
11,6 milyar dolar olmuş, ithalat ise 15,8 milyar dolara ulaşmıştı. Neticede
1979-1989 döneminde Türkiye ihracatını 5 kat, ithalatı ise 3 kat artırmıştı.
1983 yılında yüzde 45,2 oyla iktidara
gelen Anavatan Partisi (ANAP), aradan geçen 6 yılda yıpranmıştı. İlk 4 yıl iyi
çalışan (4 yılda ekonomi yüzde 31 büyüdü) ANAP, muhalefetin toparlanması ve
şiddetli muhalefet yapması, yasaklı liderlerin siyasete geri dönmesi ve ANAP
politikalarının gelir dağılımını bozması ve halkı yoksullaştırması, 1987
yılındaki erken genel seçimlerde ANAP’ın oyunun yüzde 36,4’ya düşürdü. Bu durum
bu tarihe kadar sert liberal politikalar uygulayan ANAP’ı ve Turgut Özal’ı
popülist politikalara yöneltti. Ekonomik büyüme hızı 1988 yılında yüzde 1,5,
1989 yılında ise yüzde 1,6’ya düştü. 1989 yılında yapılan Yerel Seçimlerde ANAP
yüzde 21,8 oy aldı ve SHP’nin (yüzde 28,4’in üzerinde oy almıştı) ardına düştü.
Ama bu durum Turgut Özal’ın, Kenan Evren’in ardından 8. Cumhurbaşkanı olarak
Çankaya Köşkü’ne çıkmasını engelleyemedi. Çünkü, 1987 yılında yapılan seçimlerde
yüzde 36,4 oy alan ANAP, Seçim Kanunu’nda birinci parti lehine yapılan
oynamalar nedeniyle TBMM’de üçte iki çoğunluğa (450 milletvekilinin 297’sini
almıştı) sahipti.
Özal, kamuoyu desteğini yitirmesine
rağmen Meclis çoğunluğuna dayanarak Köşk’e çıktı. İktidar partisi ANAP’ta
yapılan Kongre’yi Özal ailesinin desteklediği Yıldırım Akbulut kazandı ve
başbakan oldu. Akbulut, dönemi ANAP’ta bir geçiş, bir geçici dönem oldu. Bu
dönemde, 6 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali yaşandı. Bu önemliydi. Çünkü
Irak, Türkiye’nin dördüncü büyük ticari ortağıydı. Ayrıca Kerkük-Yumurtalık Ham
Petrol Boru Hattı ülkeye önemli miktarda döviz (200-250 milyon dolar)
kazandırıyordu.
ABD, Kuveyt’in işgaline sert tepki
gösterdi ve Birleşmiş Milletler’i hemen harekete geçirdi. Irak’a ambargo
konuldu. Türkiye, ambargo konulmadan, Kerkük-Yumurtalık Ham Petrol Boru
Hattı’nı hemen kapattı.
Özal, Türkiye’nin kayıtsız şartsız
ABD’nin yanında yer almasını savunuyordu, hükümeti de bu yönde politikaya
zorluyordu. Irak’a yönelik askeri operasyonda Türkiye’nin de kuzeyden cephe
açarak katılması taraftarıydı. Hatta ünlü “bir koyarız üç alırız” sözleriyle
politikasını özetliyordu.
1990 yılında Türk ekonomisi yüzde 9,4
büyüdü ama ekonominin durumu hiç de iyi değildi. TL önemli ölçüde değerlenmiş,
1989 yılında 4,2 milyar dolar olan dış ticaret açığı iki kattan fazla artarak
9,3 milyar dolara çıkmıştı. İthalattaki yıllık artış yüzde 41’i aşmıştı. Yani
ekonomi tamamen ithalata dayalı olarak büyümüştü. Nitekim 1991 yılında, 17
Ocak’ta ABD’nin oluşturduğu koalisyonun Irak’a savaş açmasının, Irak pazarının,
bir anlamda da Ortadoğu pazarının Türkiye’ye kapanmasının da etkisiyle
ekonomide kriz başladı. 1991 yılında ekonomik küçülme yaşanmadı ama ekonomi
yerinde saydı (yüzde 0,35 ekonomik büyüme oldu). Hatta yüzde 2’lik nüfus artışı
dikkate alındığında yüzde 1,6’lık bir fakirleşme yaşanmıştı.
Türkiye, kuzeyden cephe açmadı ama
Türkiye’nin savaşa girmesine taraftar olmayan Genelkurmay Başkanı Necip
Torumtay istifa etti. Cephe açılmasına hükümetin de karşı olduğu biliniyor. 1991
yılında yapılan kongreyi Özal ailesinin de desteğini alan Mesut Yılmaz kazandı.
Yılmaz, partiye Akbulut’tan daha çabuk hakim oldu ve liderliğini kabul ettirdi.
Parti başkanı olur olmaz erken seçim kararı verdi ve 3 ay içinde seçime gitti.
Fakat seçimde oyunu artırmasına karşın (ANAP, 1989’da yüzde 21,8 almıştı,
1991’de yüzde 24 oy aldı) iktidarı kaybetti.
Seçimin galibi DYP yüzde 27 oy almıştı
ve seçimi yüzde 20,8 oyla üçüncü sırada bitiren SHP ile Süleyman Demirel
başkanlığında koalisyon hükümeti kurdu. Böylece 2002 yılı Kasım ayında Adalet
ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) tek başına iktidar olmasına kadar geçecek 11
yıllık koalisyonlar dönemi başlamış oldu.
Özal’ın 1993 yılında zamansız ölümü
siyasette dengeleri değiştirdi. Boşalan Çankaya Köşkü’ne dönemin başbakanı
Süleyman Demirel çıktı. Demirel’in yerine Tansu Çiller seçildi. SHP’nin Genel
Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, siyasetti bıraktı ve yerine Murat
Karayalçın geldi. Çiller-Karayalçın hükümeti ile 1994 yılına gelindi.
“5 Nisan Kararları ve İlk Dokuz
Aylık Uygulama Sonuçları” başlıklı 7 Ocak 1995 tarihli basılı metin ile
“Ekonomik Önlemler Uygulama Planı” başlıklı 5 Nisan 1994 tarihli basılı
metinlerde yer alan bilgilere göre, Türkiye’de 1994 yılında yaşanan krizden
önce, 1993 yılında ithalat, yine ihracatı neredeyse ikiye katladı. O yıl 15,3
milyar dolar ihracat yapan Türkiye’nin ithalatı 29,4 milyar dolara fırladı.
Yine 1993 yılında cari işlemler açığı da 7,4 milyar dolara çıktı. Bu Türkiye
için önemli bir açıktı ve krizin habercisiydi. Yaşanan siyasi krizlerin ve dış
dünyadaki kötü (Irak savaşı gibi) gelişmelerin faturası ekonomiye çıktı.
Ekonomi 1993 yılında yüzde 7,6 büyüdü
ama 1994 yılının ilk çeyreğinde bu büyüme yüzde 3,5’e indi. Merkez Bankası’nın
rezervleri sürekli eridi. Kasım 1993’de 7,2 milyar dolar olan brüt rezervler,
Mart 1994’de 3,3 milyar dolara indi. Merkez Bankası rezervlerinin aylık
ithalata oranı sadece yüzde 166,3’dü. Bu da Merkez Bankası rezervlerinin
yaklaşık 50 günlük ithalatı karşılayabildiğini gösteriyordu.
Kamu açıklarının gayri safi milli
hasılaya (GSMH) oranı 1988 yılında yüzde 4,9 iken, bu rakam 1993 yılında yüzde
12,1’e fırladı. Aynı şekilde bütçe açığının GSMH’ye oranı da bu dönemde yüzde
3,1’den yüzde 6,9’a çıktı.
Personel harcamalarının konsolide
bütçe vergi gelirlerine oranı 1988-1993 döneminde yüzde 35,5’den yüzde 64,1’e
yükseldi.
Bütçenin iç borç ana para ve faiz
ödemelerinin vergi gelirlerine oranı da hızla arttı ve 1988 yılında yüzde 65,1
iken 1993 yılında yüzde 104,4’e çıktı.
Türk Lirası, yabancı paralar
karşısında 1988-1993 döneminde reel olarak yüzde 22 değer kazandı. Dış borçlar,
yine 1988-1993 döneminde 40,7 milyar dolardan 67,4 milyar dolar yükseldi. Yani
ülke tam anlamıyla batmıştı.
5
Nisan kararları
Türkiye, bu ortamda 1994 yılına girdi.
Ülkenin krize gireceğini herkes görüyordu. Acilen önlem almak gerekiyordu ama
27 Mart 1994’de yerel seçimler vardı ve o tarihten önce acı ilaç içilemezdi. Bu
nedenle seçime kadar Türk ekonomisi kelimenin tam anlamıyla ameliyat masasında,
müdahale yapılmadan komada yaşam mücadelesi verdi. 27 Mart seçimlerinden 9 gün
sonra 5 Nisan 1994’de “Ekonomik Önlemler Uygulama Planı” adıyla kararlar
açıklandı ve acı ilaç sunuldu.
Bu çerçevede, “5 Nisan Kararları ve
İlk Dokuz Aylık Uygulama Sonuçları” başlıklı 7 Ocak 1995 tarihli basılı metin
ile “Ekonomik Önlemler Uygulama Planı” başlıklı 5 Nisan 1994 tarihli basılı
metinlerde yer alan bilgilere göre;
Kamu kesiminin ürettiği mal ve
hizmetlerin fiyatları ortalama yüzde 70 oranında artırıldı. Elde edilen gelirin
bir kısmı bütçeye aktarıldı.
Bir defaya mahsus olmak üzere gelir ve
kurumlar vergisi mükelleflerine yüzde 10 ek vergi kondu. Ücretliler bunun
dışında tutuldu. Net aktif veya eşdeğer matrah üzerine yine bir defaya mahsus
olmak üzere ek vergi kondu.
Motorlu kara, deniz ve hava
taşıtlarından belirli kasko sigorta değeri üzerinde olanlardan bir defaya
mahsus olmak üzere ek vergi getirildi. Tek konutu olanlar hariç olmak üzere,
birden fazla konutu olanlara ek emlak vergisi konuldu.
Akaryakıt Tüketim Vergisi’nden
bütçeye aktarılan pay yüzde 50’den yüzde 70’e çıkarıldı. Ayrıca Akaryakıt Fiyat
İstikrar Fonu (AFİF) yüzde 10’dan yüzde 25’e yükseltildi.
Kamu iktisadi teşebbüslerinin
Hazine’ye olan borçlarını süratle ödemelerini sağlayıcı düzenlemeler yapıldı.
Maaş ve ücret artışları sınırlı
tutuldu.
Kamuda personel alımları durduruldu.
1994 yılında bitecek olanlar hariç
olmak üzere tüm kamu projelerinden yüzde 20 oranında kesinti yapıldı.
Kuruluşların taşıt, lojman, sosyal
tesis ve hizmet binası yatırımları durduruldu.
Savunma ve güvenlik harcamaları hariç
cari harcamalarda yüzde 30 oranında kesinti yapıldı.
Ücretlilere aylık vergi iadesi
kaldırıldı. 1995 yılından başlamak üzere yıllık vergi iadesi sistemine geçildi.
Merkez Bankası’nın Hazine’ye ve diğer
kamu kuruluşlarına verdiği kredilere sınırlamalar getirildi. Bu çerçevede, 1995
yılında Hazine’nin bütçe ödeneklerindeki artışın yüzde 12’si kadar kısa vadeli
avans kullanması kararlaştırıldı.
Bankaların varlığa dayalı menkul
kıymetleri dahil, tüm pasifleri üzerinden disponibilite alınmaya başlandı.
Yatırım bankaları da disponibiliteye tabi tutuldu. 1994 Haziran ayında özel
finans kurumları da benzer bir uygulamaya tabi oldular.
6 Haziran 1994 tarihinde, repo
teminatlarının Merkez Bankası’nda depo edilmesi sistemi yürürlüğe girdi.
Döviz büfelerine Merkez Bankası’ndaki
piyasalara aylık asgari 1 milyon ABD Doları satma mecburiyeti getirildi. Bu
kuruluşlara Merkez Bankası’nda hesap açıldı ve her döviz büfesi 2 milyar Türk
Lirası tutarında hazine bonosu alarak Merkez Bankası’nda depo etti.
Bankacılıkta yedi gün ihbarlı mevduat
uygulaması getirildi.
Bankalar Kanunu’nda değişiklik
yapıldı. Bankaların kuruluş, faaliyet ve özkaynakları ile denetimleri yeni
esaslara bağlandı.
Bankalardaki sigortaya tabi tasarruf
mevduatı miktarı ilkin 50 milyon liradan 100 milyon liraya yükseltildi. Daha
sonra tasarruf mevduatının tamamı devlet güvencesi altına alındı.
Hububat, şekerpancarı ve tütün
dışındaki ürünler devlet adına yapılan tarımsal destekleme kapsamı dışına
çıkarıldı. Fındık, ayçiçeği, pamuk ve diğer bazı ürünler için fiyatlar tarım
satış kooperatifleri birlikleri tarafından açıklandı ve birliklerin imkanları
ile alımlar gerçekleştirildi. Tütün ekim alanları 220 bin ton üretim hedefine
göre sınırlandırıldı. Kimyevi gübre ithalatından alınan gümrük vergisi ve
fonlar düşürüldü. Gübre destekleme miktarı KDV’li gübre fiyatının önce yüzde
20’si, daha sonra ise yüzde 30’u olarak saptandı. Yüzde 4 olan stopajın
tarımsal ürün borsalarında yapılan işlemler için yüzde 2 olarak uygulanmasına
başlandı.
Belediyelerin SSK prim borçlarının
İller Bankası’nca dağıtılan genel bütçe payından kesilmesi imkanı getirildi.
Görüldüğü gibi birçok düzenlemeyi
içeren 5 Nisan kararlarının da temel amacı, daha önceki birçok istikrar
paketinde olduğu gibi devletin gelirlerini kalıcı olarak artırmaktan öte
(kararlar ve sonraki uygulama, kayıt dışı ekonomiyle mücadele, herkese vergi
numarası verilmesi, kambiyo senetlerinin takibi, vergi kaçakçılığının cezai
yaptırımlarının artırılması gibi gelir artırıcı önlemler de içeriyordu ama kısa
vadede sonuç vermesi imkansızdı) giderlerini kısmak, böylece kamu kesimi
borçlanma gereğini azaltmak, devlete nefes aldırmaktı. Kalıcı gelir artışı
diyoruz çünkü en önemli gelir kaynağı bir defalığına alınan vergilerdi (Net
Aktif Vergisi, emlak ve lüks araç vergileri).
Sonuçta alınan tedbirler sonucu ülke
biraz nefes aldı ama bu durum kalıcı olmaktan uzaktı. Nitekim, ekonomideki
bahar havası çok sürmedi. Sorunlar çözülmekten çok ertelendi.
Enflasyonda
Cumhuriyet tarihi rekoru
Türkiye ekonomisi, 1994 yılında yüzde
6,1 oranında küçüldü. Yılsonu itibarıyla toptan eşya fiyatları endeksindeki
artış yüzde 149,6’yı, tüketici fiyatları endeksindeki artış yüzde 125,5 arttı.
Bu Cumhuriyet tarihi rekorlarıydı. İhracat 18,1 milyar doları bulmuş,
devalüasyonlar nedeniyle ithalat miktarı 23,3 milyar dolarda, dış ticaret açığı
da 4,2 milyar dolarda kalmıştı. Bunun sonucu olarak cari işlemler dengesi 2,6 milyar
dolar (GSMH’nin yüzde 2’si) fazla verdi.
Sektörler itibarıyla milli gelirdeki
en büyük gerileme hizmetler sektöründe yüzde 6,6 ile yaşandı. Sanayideki
gerileme yüzde 5,7’yi bulurken, tarımdaki gerileme yüzde 0,7 düzeyinde oldu. Bu
rakam önemlidir çünkü 1999 krizinde tarım yüzde 5, 2001 krizinde yüzde 6,5
küçülmüştür. 1994 krizinde tarım esas olarak çok büyük yara almamıştır. Fakat 5
Nisan kararları tarım politikasında önemli değişiklikleri de beraberinde
getirmiştir. 1980 sonrası tarımda yaşanan yeniden yapılandırma, 1994 yılında
bir adım daha ileriye götürülmüş, destekleme alımları esas olarak
kaldırılmıştır. Tarım kendi ayakları üzerinde durmaya zorlanmıştır. Bunun
etkileri 1999 ve 2000-2001 krizlerinde net olarak görülmüştür. Bu krizlerde
tarım sektörü de diğer sektörler gibi ayakta kalamamış ve önemli ölçüde
çökmüştür. Gayri safi yurtiçi hasıladaki (GSYİH) küçülme yüzde 5,5’de kalmıştır.
Dolar kurundaki büyük artış nedeniyle
dolar cinsinde GSMH 1994 yılında 130,9 milyar dolara inmiştir. Kişi başına
milli gelir 3 bin 56 dolardan 2 bin 159 dolara gerilemiştir. Türkiye, 1993’deki
dolar cinsinden kişi başına milli gelirini 1998 yılına (3 bin 159 dolar) kadar
geçememiştir.
DİE ve DPT verilerine göre, gayri safi
milli hasıla (GSMH) 1995 yılında yüzde 8 büyüdü. Sanayideki büyüme yüzde 12,1’i
bulurken, tarımda yüzde 2’de kaldı. Toptan eşya fiyatları endeksindeki artış
hızı 1995 yılsonu itibarıyla yüzde 149,6’dan yüzde 65,6’ya, tüketici fiyatları
endeksindeki artış hızı ise aynı tarih itibarıyla yüzde 125,5’den yüzde 76’ya
geriledi. Fakat ekonomideki hastalıklar yine nüksetti. TL’nin değerlenmesi
üzerine dolar cinsinden milli gelir yaklaşık 41 milyar dolar artışla 171 milyar
861 milyon dolara çıktı. Kişi başına milli gelir 625 dolarlık artışla 2 bin 159
dolardan 2 bin 784 dolara yükseldi.
Her zaman olduğu gibi bu durum,
ekonomide sahte bir cennet yaratıldı. İthal ürünlerin fiyatı ucuzladı ve
ithalat patladı. 1994 yılında 18,1 milyar dolar olan ihracat 1995 yılında, 3,6
milyar dolar artışla 21,6 milyar dolara yükselirken, ithalat aynı yıl 12,4
milyar dolar artışla 23,3 milyar dolardan 35,7 milyar dolara çıktı. Dış ticaret
açığı 4,2 milyar dolardan üç kat artışla 13,2 milyar dolara ulaştı. 1994
yılında 2,6 milyar dolar fazla veren cari işlemler dengesi, 1995 yılında 2,3 milyar
dolar açık verdi.
Konsolide bütçe gelirlerinin GSMH’ye
oranı 1994-1995’de yüzde 19,2’den yüzde 17,7’ye, vergi gelirlerinin GSMH’ye
oranı ise aynı tarihlerde yüzde 15,1’den yüzde 13,8’e düştü. Konsolide bütçe
açığının GSMH’ye oranı yüzde 3,9’dan yüzde 4’e çıktı.
Türkiye, 1995 yılında SHP ile Deniz
Baykal’ın liderliğindeki CHP birleşti. 1994 yılında SHP yüzde 13,6, CHP ise
yüzde 5 almıştı. Ama iki parti oy oranına göre değil, yüzde 50-yüzde 50
ağırlıklı olarak birleşti. Murat Karayalçın liderliği CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal’a bıraktı. Baykal, hükümeti sürdürmek istemedi ve yine erken genel seçim
yapıldı. Türkiye bir krizi daha yara bereyle aşmış ve 1995 seçimlerine
gelmişti. Halk kartları yeniden dağıttı. Bazı partilere yeşil, bazılarına
kırmızı, bazılarına ise sarı kart çıkardı.
Metin Türkyılmaz
28 Şubat 2004, Ankara
gerçekten TEMEL bir yazı olmuş. beyefendiye teşekkür ederız...
YanıtlaSilNazik yorumunuz için çok teşekkür ederim. Beğendiyseniz ne güzel.
SilElinize sağlık. Kaynak belirtseydiniz çok daha akademik olabilirdi.
YanıtlaSilSayın Zeynep Zeynep,
SilDoğru söylüyorsunuz. Metnin içinde kaynakları belirttim ama tabii bu bir haber makale olduğu için ayrıntılı bir kaynak listesi veremedim. Yorumunuz için çok teşekkür ederim.