-Dolardaki artışın ekonomiye etkisi...


Yeniden düzenlenmiş

-Döviz kurları Türkiye açısından her zaman sorun oldu. Geçmişte
ABD Doları, Alman Markı, şimdi ABD Doları ve Avro’nun seviyesi
Türk ekonomisindeki birçok parametreyi etkilediğini söylemek yanlış olmaz
-Enerji açısından dışa bağımlı olan Türkiye, enerjiyi, hammaddeleri dolar,
sanayi ürünlerinin çoğunu ise Avro ödeyerek alıyor. İhracatının yarıya
yakınını AB ülkelerine yapan, turizm gelirlerinin büyük bölümünü bu
ülkelerden sağlayan Türkiye’nin, döviz gelirlerinde avronun ağırlığı fazla…
-Halen 3,3835 düzeyinde olan Merkez Bankası dolar alış kuru, yıl sonuna
kadar böyle devam ederse, 2016 yılında ortalama kuru 3’ün üzerinde
3,0090 olarak gerçekleşecek
-Bu durumda, Türkiye’nin GSYH’si 726,1 milyar dolarlık tahminin de
düşecek, 2009’dan bu yanaki en düşük düzey olan 713,9 milyar dolara
inecek
-Kişi başına GSYH de tahmin edildiği gibi 9 bin 243 dolar olmayacak
9 bin 6 dolara düşecek
-Türkiye, enerjinin hemen hemen tamamını ABD Doları ödeyerek alıyor.
Doların artması, Türkiye’nin enerjiye olması gerekenden daha fazla TL
ödemesi demek olacak
-2016 yılının Ocak-Eylül döneminde ara mallarına, yani hammaddelere
98 milyar 629 milyon dolar ödendi. Dolardaki yükseliş, hammaddelerin
çok büyük bölümü dolarla alındığı için TL olarak hammadde maliyetini
artırıyor. Bu da ekonomiye enflasyon olarak yansıyor
-Turizm ve navlun gelirlerine bakıldığında, yani hizmet ihracatı açısından
değerlendirildiğinde dolar ve avrodaki yükselişin her iki sektöre de olumlu
yansıdığı açık
-TL’nin değer kaybetmesi, döviz fiyatlarının artması doğrudan açık
pozisyonları vuruyor. Döviz borçlarının TL karşılığı artıyor, borçlular TL
olarak artan borçları nedeniyle sıkıntıya düşüyor
-Merkez Bankaları böyle bir ortamda ister istemez temkinli olmak,
faizlerdeki değişikliği enflasyon görünümündeki iyileşme veya kötüleşme
durumuna bağlamak, istikrarı korumak zorundadır
-Farklı bir duruş ekonomiyi çok ciddi sıkıntılara sokar, fark edemeden
hızla duvara çarpılır



Başta ABD Doları olmak üzere döviz kurlarının Türk Lirası (TL) karşısındaki konumu, değer kazanması veya kaybetmesi, faizden, dış ticarete, büyümeden, enflasyona birçok konuda Türk ekonomisini derinden etkilediğini apaçık görüyoruz.
ABD, İngiltere gibi ülkelerde borsa, paranın, ekonominin odağında yer alırken, Türkiye’de geçmişte ağırlıklı olarak ABD Doları, Alman Markı, şimdilerde ABD Doları ve Avro her zaman borsadan çok daha etkili oldu. Tabii altını da unutmamak gerek. Döviz kurları Türkiye açısından her zaman sorun oldu.
Geçmişte ABD Doları, Alman Markı, şimdi ABD Doları ve Avro’nun seviyesi Türk ekonomisindeki birçok parametreyi etkilediğini söylemek yanlış olmaz.
Özellikle yüksek enflasyon, düşük faiz dönemlerinde halkın tasarruflarını yönlendirdiği temel yatırım araçları ABD Doları, Alman Markı ve altındı. Banka kartları, kredi kartları piyasaya çıkmadan önce temel borç aracı da dolar, mark ve altındı. Birinden borç istediğinizde borcu dolar, mark ya da altın olarak isterdiniz.
Türk ekonomisinin en temel sorunlarından biri de dış ticaret açığıdır. Hemen her yıl dış ticaret açığı veren Türkiye, hizmet gelirleriyle de bu açığını kapatamadığı için, her zaman cari açık sorunuyla uğraştı, yani döviz sıkıntısı çekti.
Yüksek faiz vererek çektiği sıcak parayla cari açığını kapatmaya çalışan Türk ekonomisi, büyümenin artmasıyla dış ticaret açığının aşırı arttığı yılların ardından ekonomik küçülme, ithalatta düşüş, cari açıkta ve dolayısıyla döviz talebinde azalmayla dengeye ulaşmak zorunda kaldı.
Türkiye açısından her zaman sorun olan döviz kurları, geçmişte yaşanan 16 ekonomik krizin de temel nedenlerinin başında gelmektedir.
Enerji açısından dışa bağımlı olan Türkiye, enerjiyi dolar, sanayi ürünlerinin çoğunu ise Avro ödeyerek alıyor. İhracatının yarıya yakınını AB ülkelerine yapan, turizm gelirlerinin büyük bölümünü bu ülkelerden sağlayan Türkiye’nin, döviz gelirlerinde avronun ağırlığı fazla…
Geçmişte yaşanan yüksek enflasyon, verilen dış ticaret açıkları nedeniyle sık sık ödemeler krizine girilmesi Türk halkının tasarruflarında dövize yönelmesine neden oluyor. Döviz piyasası için söylenebilecek en kesin hüküm, Türk halkının dolar ve avroya, borsayla kıyaslanmayacak ölçüde değer vermesidir. 

-Dolar kurunun seyri

2000 yılı başında IMF ile stand-by anlaşması imzalanarak üç yıllık bir program uygulamaya konuldu.
Merkez Bankası, 1 ABD Doları+1,5 Alman Markı’ndan oluşan döviz sepetinin 2000 yılı için hedeflenen yüzde 20 toptan eşya fiyatları enflasyon oranı kadar artacağını ilan etti. Taahhüdünü yerine getirmek için, bu hedefe uygun günlük sepet değerlerinin alacağı değeri tespit etti. Sepet değerlerinin tutturulabilmesi için döviz piyasalarında ilan edilen sepet değerleri üzerinden, döviz alımı ve satımı yapacağını da duyurdu.
2001 Kasım krizinden sonra kur sepeti uygulaması devam ettirildi. 19 Şubat 2001’de dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile dönemin Başbakanı Bülent Ecevit arasında ortaya çıkan siyasi kriz, önceden ilan edilen kur sepeti sisteminin devam ettirilemeyeceğini gösterdi. Hükümet, 21 Şubat 2001 gecesi döviz kurlarını dalgalanmaya bıraktı. Temmuz 2001’de bant sistemine geçileceği açıklandı ama gerçekleştirilemedi. 
Merkez Bankası döviz alış kuruyla 21 Şubat 2001 tarihinde 1 ABD Doları 685 bin 391 lirayken, 22 Şubat 2001’de 957 bin 879 liraya, 23 Şubat 2001’de ise 1 milyon lirayı aşarak 1 milyon 72 bin 988 TL’ye yükseldi. Daha sonra 9 Mart 2001’de 887 bin 605 liraya düşse de 3 Nisan 2001’de 1 milyon 232 bin 604 liraya, 1 Kasım 2001’de 1 milyon 565 bin 645 liraya, 24 Mart 2003’te 1 milyon 746 bin 390 liraya kadar çıktı. 2001 yıl ortalaması 1 milyon 225 bin 411,8207 olan Dolar kuru, 2002 yılında 1 milyon 505 bin 839,5257 lira, 2003 yılında 1 milyon 493 bin 67,76 lira oldu.

-Paradan 6 sıfır atılıyor

Türk Lirası’ndan 6 sıfır atıldı ve adı Yeni Türk Lirası (YTL) olarak belirlenen para, 1 Ocak 2005 tarihinde tedavüle girdi. 31 Aralık 2004 tarihini 1 milyon 342 bin 100 liradan kapatan dolar döviz satış kuru, 1 Ocak 2005’te 1,3421 YTL oldu.

-16 Ocak 2008’de ABD Doları 1,1449’a kadar düştü

2005’te 1,3408, 2006’da 1,4311, 2007’de 1,3015 olan ortalama dolar döviz alış kuru, 2008’de 1,2929’a indi. Hatta 16 Ocak 2008’de 1,1449’a kadar düştü. 2009 yılında Türk Lirası’ndaki “Yeni” ibaresi kaldırıldı. Dolar, 2009 yılında ortalama olarak 1,5471 TL’ye çıktı, 2010 yılında 1,5004 TL’ye indi.

-27 Ağustos 2013 dolar 2 lirayı aştı

Ortalama ABD Doları kuru, 2011 yılında 1,67, 2012 yılında 1,7925 oldu. 2013 yılının ikinci yarısından itibaren yeniden yükselişe geçen ABD Doları kuru, 27 Ağustos 2013 tarihinde 2 TL’yi aşarak 2,0225’e yükseldi. 17 Aralık 2013’de 2,0372 olan dolar kuru, 17 Aralık süreciyle birlikte yeniden yükselişe geçti ve 2013 yılını 2,1304 TL’den kapattı. Dolar kuru, sermaye çıkışının etkisiyle 24 Ocak 2014’de döviz alış kurunda 2,3142, 28 Ocak 2014’te 2,3428’e kadar çıktı. Döviz satış kurunda ise sırasıyla 2,3184 ve 2,3470 rakamlarını gördü. Bunun üzerine 28 Ocak 2014’de Merkez Bankası’nın müdahalesi geldi.

-Merkez Bankası’ndan keskin faiz artırım kararı

Piyasaya yaptığı müdahalelere rağmen, döviz kurlarındaki yükselişi durduramayan Merkez Bankası’nın 28 Ocak 2014 gecesi, faiz oranlarını 5,5 puana varan oranlarda artırdı ve bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı yüzde 4,5’ten yüzde 10’a çıkardı, borç verme faiz oranı yüzde 10,25 düzeyinden yüzde 15 düzeyine yükseltti.
Merkez Bankası, bu tarihten bu yana aralıklarla faiz oranlarını indirdi. En son, 24 Şubat 2015 tarihinde yaptığı toplantıda, gecelik borçlanma faiz oranını yüzde 7,5’den yüzde 7,25’e indirdi.
Banka, gecelik faizde, marjinal fonlama oranı yüzde 11,25’ten yüzde 10,75’e, açık piyasa işlemleri çerçevesinde piyasa yapıcısı bankalara repo işlemleri yoluyla tanınan borçlanma imkanı faiz oranı yüzde 10,75’ten yüzde 10,25’e, Merkez Bankası borçlanma faiz oranı yüzde 7,5’ten yüzde 7,25’e düşürdü. Bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı yüzde 7,75’ten yüzde 7,5’e çekildi. Merkez Bankası, Geç Likidite Penceresi uygulaması çerçevesinde, Bankalararası Para Piyasası’nda saat 16.00–17.00 arası gecelik vadede uygulanan Merkez Bankası borçlanma faiz oranı yüzde 0 düzeyinde sabit tutarken, borç verme faiz oranı ise yüzde 12,75’ten yüzde 12,25’e düşürdü.

-Dolar 7 Eylül 2015'de 3,0285'i gördü bir yılda 

Ortalama olarak 2005’de 1,3408, 2006’da 1,4311 olan, 2007’de 1,3015’e, 2008’de 1,2929’a gerileyen, 15 Ocak 2008 tarihinde 1,1449’a kadar inen ABD Dolar kuru, aynı yıl 18 Kasım 2008’de 1,6537’ye kadar çıktı. 2008 sonunu 1,5218 ile kapatan dolar, 2009 18 Kasım’ında 1,4725 oldu. 2009’u 1,4873 ile kapatan ABD Doları, 18 Kasım 2010’da 1,4280’e indi. 2010 sonunda 1,5376 olan dolar, 18 Kasım 2011’de 1,8072’ye çıktı. Yılı 1,8889 ile kapatan dolar, 18 Kasım 2012’de 1,7928’e geriledi. 2012’yi 1,7776 ile kapatan dolar, 27 Ağustos 2013’de ilk kez 2 lirayı 2,0225 ile geçtikten sonra, 18 Kasım 2013’de 2,0201 oldu. 2013 yılını 2,1304 ile kapatan dolar, 18 Kasım 2014’de 2,2205’e çıktı. Yılı 2,3269’dan kapatan dolar, 7 Eylül 2015’de 3,0285’i gördükten sonra 18 Kasım 2015’de 2,8648 oldu. 

-Dolar son bir yılda 2,8648’den 3,3835’e çıktı

2015 yılını 2,9181’de kapatan dolar, 18 Eylül 2016’da 2,9678, 30 Eylül’de 3,004, 18 Ekim 2016’da 3,0928, 31 Ekim 2016’da 3,1024, 7 Kasım 2016’da 3,1532, 10 Kasım 3,2048, 16 Kasım 2016’da 3,3055’e, 18 Kasım 2016 tarihinde 3,3835’e çıktı. 
Buna göre, 18 Kasım 2016 itibarıyla son bir yılda yüzde 18,11, son iki yılda yüzde 52,38, son üç yılda yüzde 67,49, son dört yılda yüzde 88,73, son beş yılda yüzde 87,22, son altı yılda yüzde 136,94 arttı. 

-Dolar kurunun yükselmesinin ekonomiye etkileri ne olur?

Dolardaki yükselme, dolar cinsinden milli geliri doğrudan etkileyen bir unsur. TL olarak milli gelir artsa bile, dolardaki artış, dolar bazında milli geliri aşağı doğru çekiyor. Örneğin, 2014 yılında, gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH), reel olarak yüzde 2,9, cari olarak yüzde 11,54 büyüdü. 2013 yılında 1 trilyon 567 milyar 289 milyon lira olan GSYH, 2014 yılında 1 trilyon 748 milyar 168 milyon liraya çıktı. Milli gelir enflasyonu dediğimiz deflatör yüzde 8,4 artmasına karşın ortalama dolar kurunun yüzde 14,83 artışla 1,90436’dan 2,18685’e çıkması nedeniyle dolar cinsinden GSYH 823 milyar dolardan 799,4 milyar dolara indi. Yine 2013 yılında 10 bin 822 dolar olan kişi başına GSYH ise 2014 yılında 10 bin 395 dolara düştü. Yine GSYH 2015 yılında 1 trilyon 952 milyar 638 milyon liraya çıkmasına rağmen, dolar kurunun yüzde 24,08 artışla 2,7135’e yükselmesi nedeniyle dolar cinsinden GSYH 719,6 milyar dolara, kişi başına GSYH 9 bin 251 dolara indi.
Halen 3,3835 düzeyinde olan Merkez Bankası dolar alış kuru, yıl sonuna kadar böyle devam ederse, 2016 yılında ortalama kuru 3’ün üzerinde 3,0090 olarak gerçekleşecek.
Bu durumda, Türkiye’nin GSYH’si 726,1 milyar dolarlık tahminin de düşecek, 2009’dan bu yanaki en düşük düzey olan 713,9 milyar dolara inecek.
Kişi başına GSYH de tahmin edildiği gibi 9 bin 243 dolar olmayacak 9 bin 6 dolara düşecek.
Bunda programda tahminler yapılırken, yıl ortası nüfusun  78 milyon 559 bin olarak alınmasının da payı var. 2015 sonunda 78 milyon 741 bin 35 olarak açıklanan nüfusun, 2016 yıl ortasında 78 milyon 559 bine inmesi pek de olacak bir şeymiş gibi görünmüyor. 2015’deki nüfus artışı baz alınırsa, 2016 yıl ortası nüfusu 79 milyon 271 bin olacaktır.
Bu rakamların nerede duracağını, deflatörde çok büyük değişiklik olmayacağı için, dolar kurunun seviyesi belirleyecek. 

-Dolardaki yükselme enerji ve hammadde maliyetlerini artırıyor

Türkiye, enerjinin hemen hemen tamamını ABD Doları ödeyerek alıyor. Bu, Türkiye’nin enerjiye olması gerekenden daha fazla TL ödemesi demek olacak. ABD Doları cinsinden enerjiye ödenen para aynı kalsa bile TL karşılığı artacak. Bu da enerjinin pahalanması, enerji maliyetinin artması demek. Türkiye, petrolünü, doğalgazını, kömürünü dolar ödeyerek satın alıyor. Elektrik üretiminin çok önemli bölümü de ithal doğalgaz kullanılarak üretildiği için dolar harcanarak elde ediliyor.
Aslında, ABD’nin kaya gazı yataklarını hızla faaliyete alması, Çin ekonomisinin yavaşlaması, ABD ve batı ülkelerinin petrol tüketimlerini artırmamaları, Rusya-Ukrayna krizi ve Rusya ekonomisinin yavaşlaması, petrol fiyatlarının 45 dolarlara kadar indirmişti. Yemen kriziyle yeniden yükselişe geçse de İran’ın nükleer programını sınırlayan anlaşma koşullarına evet demesiyle düşüşe geçen ve halen 55 dolarların altında seyreden ham petrol fiyatları, geçen yıl Haziran ayında 100 doların üzerinde olan seviyenin çok altında satılıyor.
Neredeyse yüzde 50’lere varan bir indirime rağmen, akaryakıttaki vergilerin yüksekliği ve doların artması nedeniyle bu indirim yeterince yansımadı. Daha sonra da petrol fiyatları ve dolardaki artış, akaryakıtta zamma sebep oldu.
Petrol ürünleri ve doğalgaz fiyatlarındaki artış, sadece enerji maliyetlerini değil, sanayinin çok kullandığı önemli girdileri de artırıyor. Petrol, plastiğin hammaddesi. Günümüzde plastiksiz bir hayatı düşünmek zor bile değil imkansız. Doğalgaz gübre sanayinde çok kullanılan bir girdi. 

-İthalatın büyük bölümü hammadde ithalatı

Dolardaki artış, sadece petrol ve doğalgaz maliyetlerini değil, hammadde ve yarıl mamul madde ithalatı nedeniyle girdileri önemli ölçüde etkiliyor. Türk ekonomisi, hammadde ve yarı mamul maddede dışa bağımlı bir ekonomi. Büyük ölçüde ekonominin hızlı büyüyememesi nedeniyle; ki 2012’de yüzde 2,2, 2013’de yüzde 4,1, 2014’de yüzde 2,9, 2015’de yüzde 4, 2016’nın ilk yarısında yüzde 3,9 büyüme oldu; ithalat çok fazla artmadı. 2011 yılında 240,8 milyar dolar olan ithalat, 2012’de 236,5 milyar dolara indi. 2013 yılında 251,7 milyar dolara çıkan ithalat, 2014’de 242,2, 2015’de 207,2 milyar dolara geriledi.
Buna karşın 2011 yılında 134,9 milyar dolar olan ihracat, 2012 yılında 152,5 milyar dolara çıktıktan sonra 2013’de 151,8 milyar dolara indi. 2014 yılında 157,6 milyar dolara yükselen ihracat, 2015 yılında 143,8 milyar dolara kadar düştü.
İthalatın üçte ikisinden fazlasını hammaddeler oluşturuyor. Algının tersine tüketim mallarının toplam ithalat içindeki payı yüzde 14’lerde kalıyor. Sermaye yani yatırım mallarının payı da yüzde 18’lerde…
2016 yılının Ocak-Eylül döneminde ara mallarına, yani hammaddelere 98 milyar 629 milyon dolar ödendi. Dolardaki yükseliş, hammaddelerin çok büyük bölümü dolarla alındığı için TL olarak hammadde maliyetini artırıyor. Bu da ekonomiye enflasyon olarak yansıyor.
Tabii bunun iç piyasaya, daha doğrusu iç üretime de olumlu etkisi oluyor. İçerde üretim yapanlar, ithal mamul mallar pahalandığı için, Türkiye içinde daha rekabet edebilir koşullara ulaşabiliyorlar. Yalnız, bundan ithal girdi kullanarak üretim yapan sektörler yeterince yararlanamıyor. Çünkü yaptıkları ithalat daha pahalı hale geliyor. Nitekim, Çin gibi ülkeler, paralarını olması gerekenin altında tutarak, iç piyasaya destek veriyorlar. İşe ihracat yönünden baktığımızda ise yerli mallar döviz cinsinden ucuzladığı için TL’deki değer kaybı, ihracata doğrudan destek veriyor. Firmalar, döviz bazında daha ucuza ihracat yapabilme olanağı nedeniyle rekabet edebilme seviyelerini artırıyorlar. 
Yine de son yıllarda dövizdeki aşırı yükselişe rağmen ithalatın artmadığı görülüyor. Bu da dış pazarlarda tıkanma ve aşırı rekabetten kaynaklanıyor. Markaya, ileri teknolojiye, kaliteye dayalı üretim yapamazsınız ihracat yapmanız da günümüzde çok zor. Sadece ucuz üretmek yetmiyor. Ne kadar ucuzlatırsanız ucuzlatın sizden daha ucuza satacak bir Çin, Hindistan, Pakistan var.

-Dövizdeki yükselme turizm ve navlun sektörlerini olumlu etkiliyor

Turizm ve navlun gelirlerine bakıldığında, yani hizmet ihracatı açısından değerlendirildiğinde dolar ve avrodaki yükselişin her iki sektöre de olumlu yansıdığı açık. Bundan dolayı turizm sektörü, her zaman değerli TL istemez. Çünkü, gelirlerini döviz cinsinden elde ederlerken, harcamalarını TL olarak yapıyorlar. Dolar ve avrodaki yükselme sektöre TL cinsinden gelir artışı demek. Bu da doğrudan elde ettikleri kara yansıyor. 

-Dövizdeki yükselmenin borca etkisi

Borçlara gelince. Türkiye, devlet borçları açısından büyük bir sıkıntı yaşamıyor. Türkiye brüt dış borç stoku, 2016 yılı Haziran ayı sonu itibarıyla, 485,7 milyar lirası kamu kesimi brüt iç borç stoku, 257,2 milyar lirası kamu kesimi brüt dış borç stoku olmak üzere toplam brüt borç stoku 742,9 milyar lirayı buluyor. 394,6 milyar liralık Merkez Bankası net varlıkları, 103,1 milyar liralık kamu varlıkları, 97,5 milyar liralık İşsizlik Sigortası net varlıkları bu borç stokundan düşülünce kamu kesimini net borç stoku 147,7 milyar liraya iniyor.
Kamu kesiminin brüt dış borç stoku düşünüldüğünde, döviz kurlarında yaşanacak her yüzde 10’luk artış kamu kesiminin brüt dış borç stokunu TL cinsinden 25,72 milyar lira artırıyor. İç borçların önemli bir bölümünün de döviz cinsinden olması ise ayrı bir sorundur. Bu durum, kamunun TL cinsinden daha fazla borç ödemesi, borçunun artması anlamına geliyor. AB tanımlı genel devlet nominal borç stokunun 2015 yılı itibarıyla gayri safi yurtiçi hasılaya oranının yüzde 32,9 olduğu düşünüldüğünde kamunun borçta büyük bir sorunu görünmüyor.
Batılı ülkelerin ekonomisi sağlam olanlarının bile yüzde 80-90 seviyesinde kamu borcuna sahip olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda yüzde 32,9 rahatlıkla çevrilebilir bir seviye demektir. Fakat, sıkıntı dış borçların yanı sıra iç borçların da önemli bir bölümünün döviz cinsinden olmasıdır. Bilindiği gibi kamu gelirlerini, yani vergileri ve diğer gelirleri TL cinsinden topluyor. Döviz cinsinden borç, eğer TL değerinde gerileme olursa, borcun TL cinsinden karşılığının artması demektir.
Özel sektörün dış borç stoku ise kamudan çok daha kötü durumda bulunuyor.  2016 yılı Haziran ayı sonu itibarıyla kamunun  16 milyar 486 milyon doları kısa, 105 milyar 14 milyon doları uzun vadeli olmak üzere 121,5 milyar dolar dış borçu bulunuyor.
Merkez Bankası en iyi durumda olanı. Bankanın 157 milyon doları kısa, 1 milyar 10 milyon doları da uzun vadeli olmak üzere 1 milyar 167 milyon dolarlık dış borçu var.
Buna karşın özel sektörün 90 milyar 826 milyon doları kısa, 207 milyar 941 milyon doları uzun vadeli olmak üzere 298 milyar 767 milyon dolarlık borcu bulunuyor.
Buna göre, toplam brüt dış borç stokunun yüzde 70,89’u özel sektöre ait durumda. Kısa vadeli borçlarda özel sektörün payı yüzde 84,51’e çıkıyor.
Bundan dolayı, dolar ve avrodaki her artış özel sektöre pahalıya patlıyor.
Türkiye’nin toplam brüt dış borç stoku ise 421 milyar 434 milyon dolara, bu borçların gayri safi yurtiçi hasılaya oranı da yüzde 59,5’e ulaşıyor.

-TL’deki değer kaybı açık pozisyonları vuruyor

Finansal kesim dışındaki firmaların 2016 Ağustos döneminde net döviz pozisyon açığı 1 milyar 471 milyon dolar artarak 210 milyar 520 milyon dolara yükseldi.
Bu rakam, 2014 yılı sonunda 183 milyar 243 milyon dolar, 2015 yıl sonunda ise 183 milyar 558 milyon dolar seviyesinde bulunuyordu.
TL’nin değer kaybetmesi, döviz fiyatlarının artması doğrudan açık pozisyonları vuruyor. Döviz borçlarının TL karşılığı artıyor, borçlular TL olarak artan borçları nedeniyle sıkıntıya düşüyor.
Merkez Bankası 2014 Finansal İstikrar Raporu’na göre, Borsa İstanbul'da işlem gören 317 şirketten yüzde 58’i olan 185’inin açık döviz pozisyonu var. Açık pozisyonu olan 44 şirketin döviz geliri yok. Kur riski yüksek sektörler, elektrik üretimi yapan firmalar ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları.
Açık pozisyonunuz varsa büyük sıkıntı içindesiniz demektir. Örneğin, bir yatırım için geçen yıl bu zamanlar, 10 yıl vadeli 100 milyon dolar kredi almışsanız. Bunun TL karşılığı 286,48 milyon lira demektir. Krediniz aynı kalmak üzere, dolardaki artış nedeniyle bu kredinin şu andaki karşılığı 338,35 milyon liraya çıkmış ve siz sadece kur artışı nedeniyle 51,87 milyon lira zarar etmişsiniz anlamına geliyor. Bunun üzerine bir faizi eklerseniz zararınızın boyutlarını artık siz düşünün. Böyle bir ortamdan yatırımların etkilenmemesi düşünülebilir mi? 

-Merkez Bankası’nın sıkıntısı

Faiz oranlarına gelince, Merkez Bankası’nın faiz indirimi ekonomide genişlemeye neden oluyor. Bu da daha fazla tüketim, daha fazla yatırım, daha fazla ithalat demek. Üretimle, dövizle beslerseniz sorun yok ama besleyemezseniz enflasyon ve döviz kurlarındaki yükselme ve sonuçta faizlerde artış kaçınılmaz bir hal alıyor.
İşte tam burada Merkez Bankası’nın sıkıntısı başlıyor. Türkiye gibi bir ülkede yüzde 6’larda olması gereken büyüme yüzde 3,9’a düşmüş durumda. Bir kesim, büyümenin artmasını istiyor. Büyüme artınca, istihdam artacak, işsizlik düşecek, üretim ve yatırım artışı olacak, hane halkı gelirleri düzelecek. Kar oranları artacak. Diğer kesime göre, Merkez Bankası faizleri düşürürse, ekonomi ısınacak, ithalat artacak, döviz sıkıntısı baş gösterecek, borçlar çevrilemez hale gelecek, şirketler batacak, işsizlik artacak.
Hem büyüme hem istikrarı isteme özellikle dünyadaki ekonomik yavaşlama, döviz kıtlığı dönemlerinde mümkün değil.
Ya büyümeyi ya da istikrarı seçeceksiniz.
Merkez Bankası, hem büyümeyi desteklemek istiyor hem de istikrar bozulmasın istiyor. Bunu gerçekleştirmesi imkansız gibi. 
Merkez Bankaları böyle bir ortamda ister istemez temkinli olmak, faizlerdeki değişikliği enflasyon görünümündeki iyileşme veya kötüleşme durumuna bağlamak, istikrarı korumak zorundadır.

Farklı bir duruş ekonomiyi çok ciddi sıkıntılara sokar, fark edemeden hızla duvara çarpılır.

İlk blog yayını: 11 Mayıs 2015,
Yeniden düzenlendiği tarih: 19 Kasım 2016

Not: İlk hali Ekonomi Muhabirleri Derneği'nin yayın organı Ekonom Dergisi'nin Nisan-Mayıs-Haziran 2015 tarihli 48. sayısında yayınlanmıştır.

Yorumlar

  1. Metinciğim eline sağlık.

    Kurda dahil sorunların, vergi mükelleflerinin "bütün mükellefiyetlerinin sadece beyan ve ödemeyle sınırlı olduğuna ilişkin" inanç ve tutumlarından kaynaklandığına inanıyorum. Ödedikleri vergilerin refah ve milli gelir artışına yönelik olarak harcanmasına ilişkin bir algı yok.

    Öte yandan yoksulluk sınırının altında ki asgari ücretin vergi dışı bırakılması ve istihdam artırıcı vergi politikaları gözetilmediğinden, asgari ücretliler ağır bir vergi yükü altında kalmakta. Kamu harcamalarının dolaysız vergilerden karşılanamaması, dolaylı vergilerin bütçe içinde % 65'li oranlara çıkmasına ve vergi de Anayasa'mızda öngörülen "ödeme gücü" ilkesine aykırı bir durumu gündeme getiriyor.

    Seçmenlerin, önlerine konan seçim beyannamelerine ve bunun geçmişte uygulanıp uygulanmadığına ilişkin değerlendirmeleri gözardı ederek sandığa gitmeleri ve yasama organındaki vekillerin yasama faaliyetlerinde iktidar veya muhalefet kanadına dahil olduklarını gözetmeksizin hükümetin siyasi sorumluluğunu sorgulama yükümlülükleri olduğunu unutmalarını es geçiyorum.

    Doğal olarak, harcama, yatırım, gelir politikalarındaki açık pozisyon, döviz kurunu vahşi kamçı olarak sırtımıza, geleceğimize indiriyor.

    Not: Konuyu tam olarak bilmediğimden daha kısa ve anlaşılır yazamadım.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

-Krizler ekonomisi-1994 krizi

-Dolar sevdası hiç geçmiyor…

-Yalnızlık

-Güçlü bir ekonomi için ne yapmalı?