Kayıtlar

Aralık, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

-Suçluluk

Voltaire, “her insan, yapmadığı tüm iyiliklerden suçludur” Hiç kuşkusuz ki insanın ruh halini en çok içinde bulunduğu ortam etkiliyor. Yaş 50’ye ulaşınca daha dikkatle çevreyi izliyor, insanların ruh halini daha iyi görebiliyorsunuz. Yaşın ve yaşanan deneyimlerin etkisiyle kesinlikle daha duyarlı bir insan haline de geliyorsunuz. Son yıllarda ben mi değiştim ya da ortam mı değişti bilmem ama insanlar gülmez oldu. Bazen işyerinde birinci katta bulunan ve ana caddeyi cepheden gören çalıştığım odanın penceresinden dışarı bakıyorum. Sürekli tıklım tıklım olan caddedeki insanlar, bir devinim halinde hareket ediyorlar. Ama mutsuz… Kaygılı… Sıkıntılı… İçinde bulunduğumuz günlerde de suçluluk duymadan mutlu olmanız zor. Sürekli bir terör, geçim sıkıntısı, işini kaybetme veya iş bulamama korkusu insanları esir almış durumda. Bu ülkeyle de sınırlı değil gibi. Hemen her ülkede geniş halk kitleleri bunu yaşıyor. Kapanan işyerleri, insanı ruhen bitiren rekabet ortamı her yeri sarmış durumda. İ

-Kaynağın yoksa konumun var!

Son yıllarda hidrolik, rüzgar, güneş,  jeotermal, dalga, biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynakları hızla öne çıksa da doğalgaz çok daha fazla kullanılır hale gelse de yeni yeni kömür yatakları bulunsa da petrol hala dünyanın en büyük önemli enerji kaynağı olmaya devam ediyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarında büyük potansiyel barındıran Türkiye, buna karşın ne doğalgaz, ne kömür ne de petrol zengini bir ülke. Kömür yataklarının önemli bir bölümü kalitesiz linyit yataklarından oluşuyor. Lakin, konumu nedeniyle enerji ticaretinden milyarlarca dolar kazanabilecek bir ülke. Balkanlardan Kafkaslara boylu boyunca uzanan, bir tarafı Ortadoğu’da bir tarafı Avrupa’da olan, Avrupa, Asya, Afrika’nın merkezinde bir ülke konumunda. Bir tarafı enerji zengini Ortadoğu, Rusya, Kafkasya, Orta Asya, bir tarafı enerji yoksulu Avrupa. Bu tarafların arasındaki en kısa yol da Türkiye’den geçiyor. Karadan veya sudan Türkiye’den geçmeden Avrupa’ya ulaşmak çok pahalı…

-1960’lar…

Hayatımın ilk 4 yılı. Çok azını hatırlıyorum. Oysa ne çok şey olmuş 1966-1970 arasında… 1968 olayları… Prag Baharı… Aya ilk ayak basış… Sisli hatıralar. Yaş henüz ikibuçuk, bir gece vakti uyanma. Anneni yanında bulamama... Ağlama ve anneni isteme. Karanlık. Zifiri bir karanlık, köy evine çökmüş. Evin yanında bir ahır… Ağlama bitmeyince halanın kucağında evden çıkış ve ahırın kapısı açılıyor. Gaz lambası, sadece birkaç kadın ve anneni aydınlatıyor. Kadınların “neden getirdin” diye azarları. Ne yapıyorlar diye bir merak. Sonra, istemeden eve dönüş ve ilk kardeş. Hatırlamadığım 6 ay sonrası yine bir gece bir tanıdığın sırtında babanın öğretmenlik yaptığı köyden dedenin köyüne gidiş. Anne yüreği. Kucağında ölü çocuğu, sessiz sessiz ağlarken, bir ceket üzerime atmış üşümeyeyim diye. Ne muhteşem bir gece… Kafamı kaldırıyor ve gökyüzüne bakıyorum. Binlerce yıldız, bir daha ömrüm boyunca görmeyeceğim kadar çok.

-Uzaklar

Uzak beni en çok kendine çeken, etkileyen kavramlardan biridir. Sadece beni mi? Kaşifler ne güne duruyor. Uzakları keşfetme aşkı dünyamızı küçültmüş ama ufkumuzu büyütmüştür. Artık dünya avucumuzun içi gibi… Ama uzay sonsuz... Daha emekleyen bebek gibi olsak da evreni keşfetmekle yanıt tutuşuyoruz. Hep daha uzağa bakıyoruz. En uzağı görmeye çalışıyoruz, gidemeyeceğimiz kadar uzağa… Büyük aşklar, büyük aşıklar... Sevgili, özellikle çok yakında olsalar bile onlara inanılmaz uzak gelir ve her zaman ulaşmaya çalışırlar. Yine de sevgiliye ulaşmak zordur. Leyla ile Mecnun, Kamber ile Arzu, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Romeo ve Juliet… Gerçekten yaşadılar mı yoksa insanın yarattığı efsaneler mi bilinmez ama kavuşamadıkları bilinir. Kavuşanlar da vardır. Nefertiti ile IV. Amenhotep veya sonradan aldığı ismiyle Akhenaton gibi… İsminin anlamı “güzellik geliyor” veya “güzelden gelen” olan Nefertiti’nin, o muhteşem büstü, vakar, zarafet ve güzelliğinin kanıtını günümüze kadar ulaştırmışt

-Enerji ithalatı son 11 yılın dibini görecek

Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri uzun bir süredir, büyük meblağlara ulaşan enerji ithalatıdır. Kuşkusuz her dönem önem taşıyan enerji ithalatına, bu ülke, 1970’li yıllardan bu yana kaynaklarının büyük bölümünü harcamak zorunda kalmıştır. Büyük petrol şirketleriyle mücadele etmek üzere 14 Eylül 1960 yılında Bağdat’ta, Suudi Arabistan, İran, Irak, Venezüela ve Kuveyt tarafından kurulan, daha sonra Birleşik Arap Emirlikleri, Libya, Endonezya, Katar, Cezayir, Nijerya, Ekvador ve Gabon’un katılımıyla üye sayısı 13’e çıkan Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) 1970 yılında petrolün fiyatının dolara değil altın değerine göre hesaplanacağını açıklaması uluslararası piyasalarda petrol şokuna neden oldu.

-Façayı düzeltmek: İmaj yaratmak…

Faça İtalyanca kökenli bir sözcüktür. Surat, yüz, çehre demektir. Yüz bölgesindeki bıçak yarasına da denir. “Sözlüktr.net” e göre, denizcilikte yüklü geminin bordasındaki su düzeyi ile boş geminin bordasındaki su düzeyi arasında kalan bölüm faca olarak adlandırılır. Yine denizcilikte serenleri başa veya geriye doğru çevirerek yelkenleri sarmaya da faça denir. Argoda da faca sözcük olarak kullanılır. Yüz, çehre, surat, giysi, havalı, gösterişli anlamlarına gelir. İskambil destesinin en altındaki kağıda da denir. Piştide en alta açılan kağıt da faca ismiyle adlandırılır. Birini mahçup etme, bozma anlamı da vardır. ( http://www.sozluktr.net/kelime.asp?bul=17441&no=0&nedemek=faca ) Kısaca genel görünüş demektir. Tabii argoda “façayı düzeltmek” tabiri, yüz bölgesindeki bıçak yarasını düzeltmek, suratı, yüzü, çehreyi güzel hale getirmek, yakışmamış, eski bir giysiyi yenisiyle ve güzeliyle değiştirmek, düzeltmek, havalılığı, gösterişliliği artırmak anlamında kullanılır. Faç

-Dolarizasyonun panzehiri; “Yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı”

Dolarizasyon kavramı uzun zamandır iktisadi teoride kullanılan bir kavram. Ekonominin dolarize olması, ulusal para yerine doların ikame olması anlamına geliyor. Sebebi, ulusal paranın yüksek enflasyon nedeniyle değer kaybından kendini koruma durumudur. Dolarizasyonda bazı ülkeler o kadar ileri gitmişlerdir ki ulusal para birimlerini bile tedavülden kaldırmış, yerine dolar kullanmaya başlamışlardır. Bu ülkelerin duruma tam dolarizasyon, ulusal para birimlerini tedavülde tutmakla birlikte, ulusal para birimiyle beraber doların da çok sık kullanıldığı, insanlar tarafından finansal varlık olarak tutulduğu, ödemelerin yapıldığı hesap birimi olarak kullanıldığı ülkelerin durumuna da kısmi dolarizasyon durumu denir. Merkez Bankası eski başkanlarından Süreyya Serdengeçti’nin 3 Ekim 2005 tarihinde Eskişehir’de verdiği bir konferansının Merkez Bankası tarafından “Dolarizasyon/Ters Dolarizasyon” başlığıyla kitap haline getirilmiş baskısının ikinci sayfasında, dolarizasyon kavramını ayrıntılı b