-Ekonominin sırat köprüsü: 2007 yılı...


-Türk ekonomi tarihine baktığımızda iki 
büyük kriz sebebi görürüz
-Bunlar dış ticaret açığı sonucu cari açık ve 
enflasyondur (*)

Türk ekonomi tarihine baktığımızda iki büyük kriz sebebi görürüz. Bunlar dış ticaret açığı sonucu cari açık ve enflasyondur. Bir diğer sebep devalüasyon, krizin sonucu olarak ortaya çıkar ama zincirleme olarak krizi de derinleştirilebilir. Çünkü, Türkiye’de devalüasyon sonucu enflasyonda artış yaşanır bununla kalınmaz devletin borçlarının önemli bir kısmı döviz cinsinden olduğu için kamu borçlarında artış görülür.
Tabii ekonominin sorunları yalnız bunlar değildir. Aslında resmi rakamların çok üzerinde seyreden ve çözümü neredeyse imkansız hale gelen işsizlik, işsizliğe rağmen yetişmiş eleman bulmada yaşanan sıkıntı, gelir dağılımındaki olağanüstü eşitsizlik, bölgeler arasında yaşanan ekonomik uçurum ve bunun sonucu yaşanan iç göç, başta adalet olmak üzere devlet sisteminin iyi ve hızlı bir şekilde işlememesi gibi çok önemli sorunlar ortada durmaktadır. Devlet harcamaları, yatırımları ve özel sektör yatırımlardaki yerindesizlik, teknolojik gelişmelere uyum sağlayamama, kamu-özel işletmelerde verimsiz ve etkin olmayan çalışma, kayıt dışı ekonomi, rüşvet ve yolsuzluk, ülkede fiziki altyapı yetersizliği (liman, havaalanı, kara ve demiryolu) gibi çok sayıda sorun da henüz çözümlenmemiştir. Fakat, bunlara rağmen yine de Türkiye’de krizler genelde döviz sorunundan (cari açık, devalüasyon) ve enflasyondan çıkmaktadır. Tabii şu da tartışılabilir; döviz sorunu ve enflasyon bütün bu sorunların bir yansıması değil midir?
Neticede, atılan bütün adımlara, 2001 yılından bu yana uygulanan ekonomik programa rağmen, Türk ekonomisi, kırılganlığını üzerinden atabilmiş değildir. Gerçi, ekonomideki kırılganlık yeni değil ve yukarıda saydığımız bir sürü yapısal sorunun bir sonucu olarak duruyor.

60 yıldır açık veren dış ticaret

Şuna dikkat çekmekte yarar var. Türkiye, 1923 yılından bu yana aralıklarla döviz sorunu yaşayan bir ülke oldu. Dış ticaret dengesinde 1930’lu ve 1940’lı yıllar hariç hep sorun yaşandı. Öyle ki 1947 yılından bu yana, neredeyse 60 yıldır Türkiye, dış ticaret açığı vermektedir. Zaten dış ticaret açığı veren Türkiye, yüzde 90 oranında dışa bağımlı olduğu petrolde, 1970’lerde yaşanan fiyat krizleriyle iyice kaosa girdi. Öyle ki 1975’den sonra ithalat, ihracatın üçe katına kadar çıktı.
Türk ekonomisi dışa açılmanın bir sonucu olarak dış şoklara da daha açık bir ekonomi haline gelmiştir.
Türkiye, 2001 yılına geldiğinde artık borçlarını çeviremez duruma düşmüştü. Öyle ki 2001 yılında kamu kesiminin borçlanma gereği (yıllık) gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 16,3’üne, kamu kesimi brüt borç stoku da GSYH’nin yüzde 106,4’üne ulaşmıştı. Kamu kesimin net borç stoku bile GSYH’nin yüzde 89,5 düzeyindeydi. Aslında kriz, 1994 yılında patlamıştı ama Uluslararası Para Fonu (IMF) müdahalesi ve uygulanan program ile kriz ötelenmişti. 1994’de 3 küçük banka iflas etmiş (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamına alınmış), ekonomi yüzde 6,1 oranında küçülmüş, enflasyon (toptan eşya fiyatları) yüzde 149,6’ya çıkarak Cumhuriyet tarihi rekoru kırmış ama alınan tedbirlerle kriz kontrol altına alınmıştı. Ama yapısal reformlar yapılmayınca, 1999’da yine kriz çıktı. Gölcük ve Düzce’de yaşanan iki büyük deprem de yaşanınca ekonomi yine krize girdi ve ekonomi 1994’de olduğu gibi yüzde 6,1 oranında küçüldü. Dövize müdahale edildi. Merkez Bankası çıpa sistemine geçti. Devalüasyonu hedef enflasyona göre belirledi ve 1,5 sene önce gün gün açıkladı. Ama yüzde 20 hedeflenen enflasyon yüzde 40 olarak gerçekleşmesine rağmen Merkez Bankası çıpa da diretince ekonomi 2000 yılı Kasım ayından itibaren yeniden krize girdi.
2001 yılı Şubat ayında da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit arasında çıkan tartışma sonrası kriz ayan beyan ortaya çıktı. Ulusal para dalgalanmaya bırakıldı. Bu dönemde (1999-2001) iflas ederek (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamına alınan) sistemden çıkan banka sayısı 20’nin üzerine çıktı. Türkiye, IMF ve Dünya Bankası’ndan 30 milyar doları aşkın bir kaynak kullanmak zorunda kaldı. Dönemin Dünya Bankası başkan yardımcısı Kemal Derviş (halen Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı-UNDP Başkanlığını sürdürüyor) ekonominin başına geçmek üzere Türkiye’ye çağrıldı veya gönderildi ve yeni bir programın uygulaması başlatıldı. Temel olarak Merkez Bankası’nın bağımsızlığını, ekonominin kurulacak özerk kurullarla (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Kamu İhale Kurumu gibi) idare edilmesini, kamu kesiminin yüzde 6,5 faiz dışı fazla vermesini öngören program, halen uygulanmaktadır.
Program sonucu (2001-2005 döneminde), tüketici fiyatları enflasyonu yüzde 68,5’den yüzde 7,7’ye (2006 yıl sonu tahmini yüzde 9,8) indi. Ekonomi (GSYH olarak) 2001 yılında yüzde 7,8 gerilerken, 2002-2005 döneminde sırasıyla yüzde 8,1, yüzde 5,7, yüzde 9,1 ve yüzde 7,4 büyüdü (2006 yılı tahmini yüzde 5-5,5). İhracat 31,3 milyar dolardan 73,5 milyar dolara çıktı (2006 tahmini 83,5 milyar dolar). Kamu brüt borçlanma gereği yüzde 16,3’den yüzde eksi 0,4’e indi. Kamu brüt borç stoku 2005 yılında GSYH’nin yüzde 71,5’ine, net borç stoku yüzde 55,2’ye indi. Bu rakamların bu yıl sırasıyla yüzde 64 ve yüzde 48,3 olarak gerçekleşmesi tahmin ediliyor. Faizler yüzde 18-20’lere indi.
Program makro düzeyde önemli düzelmeler sağladı gibi görünse de mikro düzeyde aynı olay yaşanmadı. Birincisi kamu kesiminin yüzde 6,5 faiz dışı fazla vermesi (Brezilya gibi ülkeler bu rakamı yüzde 3’lerde tuttular) bizim ekonomimiz için 25-26 milyar dolarlık bir rakamı ifade etmektedir. Bu rakamın tutturulması ancak yapılması gereken zorunlu yatırımların yapılmaması, memurun, emeklinin açlık sınırında süründürülmesi ile mümkündür. Nitekim memur, emekli maaşları reel olarak erimiştir. Memur ve emekliye enflasyon oranında zam verildiği söylenmektedir ama kriz yıllarında (1994, 1999, 2001) maaş artışları enflasyonun çok altında kalmıştır. Ekonomideki büyüme de memur ve emekliye refah payı olarak yansıtılmamıştır. İkincisi mevcut uygulanmakta olan program, esnaf ve sanatkar ile küçük ve orta boy işletmeleri (KOBİ) adeta yok etmiştir. Bu kesimler globalleşmenin ölümcül etkilerini görmeye başlamışlardır. Artık dünyada ne kadar ucuz üretirseniz üretiniz sizden daha ucuzunu yapacak ülkeler vardır. Rekabet artık ölümcül bir hal almıştır. Türkiye’de örneğin oyuncak üretimi yapan firma sayısı 45’den 3-4’e inmiştir. Tekstil ve konfeksiyon sektörü sıfıra yakın karla ihracat yapabilmektedir. Ekonomide kar marjları yok olmuştur. Tabii bu durum öncelikle işçi ücretlerine ve istihdama yansımaktadır.
Bu yıl Mayıs ayında ekonomide yine bir dalgalanma olmuş ve makro dengeler bozulmuştur. Merkez Bankası’nın faizleri yüzde 13,25’den kademeli olarak yüzde 17,5’e yükseltmiş, döviz kurlarında yüzde 10 civarında artış görülmüştür. Enflasyon rakamları da tekrar 2 haneye yükselmiş ama burada kontrol edilmiştir.
Sosyal yanı olmayan program, işsizliğin önlenmesi, dış ticaret ve dolayısıyla cari açığın kapatılması açısından tam anlamıyla başarısızdır. Örneğin 2001 krizin yaşandığı yıl da bile yüzde 8,4 olan işsizlik rakamı 2003 yılında yüzde 10,5’e kadar çıktıktan sonra, 2005 yılında yüzde 10,3 olmuştur. Bu rakam da son derece tartışmalıdır çünkü gizli işsizleri ve iş bulma ümidi olmadığı için iş aramayan kişileri kapsamamaktadır. Gelişmiş ülkelerde işgücüne katılma oranı yüzde 70’leri bulurken, bizde yüzde 48’lerde seyretmektedir. Çalışma çağındaki 50 milyonluk nüfusun sadece 22 milyonu istihdam edilmektedir. İşsizlik, Türkiye’nin kısa zamanda çözemeyeceği en önemli sorunlarından biri olmaya devam edecek gibi görünmektedir.
Dış ticaret açığı büyük bir sorun olarak ekonominin önünde durmaya devam ediyor. 2006 yılında ihracatın 83,5, ithalatın 135,5, dış ticaret açığının ise 52 milyar doları bulacağı tahmin edilmektedir. Bu önemli bir açıktır. 2007 programına göre, ihracat 95, ithalat 149,7 milyar dolar olacaktır. 

10 aylık cari açık 28 milyar dolar
Ekonominin bir diğer sorunu bir türlü halledilemeyen cari açık sorunudur. Bu yıl cari açığın 30 milyar doların üzerine çıkacağı gün gibi ortadadır. En son Ekim 2006 verilerine göre 10 aylık cari açık 28 milyar doları aşmıştır.
Bütçe verileri çok sağlıklı gözükse de bu durumu tam olarak ortaya koymamaktadır. Çünkü, devlet borçlarını zamanında ödememektedir. Devletin, müteahhitler, hastaneler başta olmak üzere ödemesini yapmadığı bir sürü borcu ortada durmaktadır. Sadece Karayolları Genel Müdürlüğü’nden müteahhit alacakları 2,5 milyar YTL dolayındadır.
2007 yılı Türk ekonomisi açısından tam bir sırat köprüsü olacaktır. Çünkü, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Genel Seçim önümüzde durmaktadır. Ekonomi halen kırılgandır. Görüntüsü çabuk bozulabilecek bir yapıdadır çünkü temel sorunlar çözümlenememiştir. Değerli Türk Lirası ihracata ve turizm gelirlerine sekte vurmaya devam etmektedir. Ekonomi inanılmaz bir borç sarmalı içindedir. Değerli YTL nedeniyle GSYİH olduğundan yüksek görünmesi nedeniyle her ne kadar kamu brüt ve net borç stokları düşük görünse de, borçlar, 2001’e göre miktar olarak çok fazla artmıştır. 2001 yılında 154,8 milyar dolarken, 2007 yılında 243,5 milyar dolara çıkacaktır. Faizler, enflasyonun çok üzerinde seyretmektedir, bu da yüksek reel faiz ve bütçede faiz ödemelerine ayrılan payın artması demektir. Özellikle son yıllarda özel sektör dış borçlarında olağanüstü bir artış vardır. Haziran 2006 tarihi itibarıyla özel sektörün borcu 110,9 milyar dolara (özel, kamu, Merkez Bankası toplam dış borç stoku 193,6 milyar dolar) çıkmıştır. Yani, büyük ama etkin olmayan bir ekonomi, borç dağları, işsizlik, gelir dağılımı uçurumu, sürdürülmesi pek mümkün görülmeyen bir cari açık ve ihracata zarar verecek kadar değerli bir ulusal para ile pek iyi bir görünüm vermeyen Türk ekonomisini içinde bulunduğu durumdan ancak ve ancak siyasi istikrar çıkarır. 2007 bu açıdan önemli çünkü Türk ekonomisinin yaşamını sürdürebilmesi için şart olan siyasi istikrarın test edileceği bir yıl olacak. Ekonomi adeta bir sırat köprüsünden geçecek.                                                                       
(*): Mülkiyeliler Birliği dergisinin Ocak 2007 sayısında (253-12), 31-32-33'üncü sayfalarında yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

-Dolardaki artışın ekonomiye etkisi...

-Krizler ekonomisi-1994 krizi

-Dolar sevdası hiç geçmiyor…

-Yalnızlık

-Güçlü bir ekonomi için ne yapmalı?