-Türkiye’nin geleceği: "Türkiye süper devlet olamaz"


-Türkiye, süper devlet olamaz. Buna ne nüfusu, ne kaynakları, ne de potansiyeli yeter
 -Rusya bile bu sevdadan istemeyerek vazgeçmişken, Türkiye’nin hedeflerini
doğru koyması gerekir
-Bor, krom, mermer dışında önemli bir maden yatağına sahip değiliz. 
Hidrokarbon yatakları açısından çok daha fakiriz
-Petrol üretimimiz, toplam tüketimimizin yüzde 8’ini bile karşılamıyor.
Doğalgazda tüketimin yüzde 98’i, taşkömüründe yüzde 90’ı ithal ediliyor
-Türkiye, milli gelirini ikiye de, üçe de, dörde de katlasa ne ABD ile 
ne de Çin ile rekabet edebilir
-Türkiye’nin Avrupa’da Rusya, Almanya, İngiltere ve Fransa’yı 2050 
yılında bile geçemeyeceğini ama İtalya, İspanya gibi ülkeleri geçeceğini 
not etmekte fayda var
-Türkiye’nin hedeflerini doğru koyması ve ekonomide ilk 10 yerine, kişi başına
gelirde ilk 20 gibi bir seviyeyi hedef bellemesi, vatandaşları için çok daha iyi
hayat koşulları sağlayacak bir noktaya ulaşmaya çalışması yerinde olur
-Hedef, süper devlet olmamalı, hedef kişi başına milli gelirde, ekonomik ve sosyal
hayatta, gelir dağılımında, eğitimde, bilimde, sanatta, tıpta, demokraside, hukuk
devletinde, insan haklarında Almanya, Fransa,  İngiltere seviyesi olmalı
-Vatandaşların hangisinde daha mutlu yaşayacağı açık sanırım

Türkiye’nin, yaklaşık 78 milyon nüfusu, 780 bin kilometrekare yüzölçümü ile orta büyüklükte bir ülke olduğunu baştan tespit edelim. Dünya karasal alanının yaklaşık yüzde 1’i bile değil, 200’de 1’i. Dünyadaki her yüz kişiden yaklaşık 19’u Çinli iken, sadece 1’ü Türk. Ekonomideki yeri de nüfusuna oranlı, yüzde 1 civarında.
Şunun da tespiti yapılmalı: Türkiye, süper devlet olamaz. Buna ne nüfusu, ne kaynakları, ne potansiyeli yeter. Rusya bile bu sevdadan istemeyerek vazgeçmişken, Türkiye’nin hedeflerini doğru koyması gerekir.  
Türkiye’nin en büyük avantajı, Asya, Avrupa ve Afrika’nın tam merkezinde yer alması. Bu, ona büyük bir stratejik avantaj sağlıyor. En büyük dezavantajı ise okyanus kıyısında olmaması. Özellikle okyanus aşırı ticaretin başlamasıyla bütün büyük devletler, okyanus kıyısında olan ülkelerden çıktı. Dikkat edilirse, ABD, Çin, Japonya, Rusya, İngiltere, Fransa,  Almanya, İspanya, Çin hatta İran, Brezilya, Kanada, Avustralya, Hollanda, Portekiz, Belçika, Güney Kore, Hindistan hepsinin okyanus kıyısı var. ABD hem Pasifik hem de Atlantik kıyısında. Kanada, Meksika gibi.
Açık denizlere açılmak için Türkiye’nin Cebelitarık boğazını veya Süveyş kanalını kullanması bir zorunluluk.

Genç nüfus bir avantaj ama abartmamak gerek

Türkiye’nin avantajlarından biri genç nüfusu. Yalnız bunu fazla abartmamak gerekiyor. İyi eğitim almamış genç nüfusun ülkeye ekonomik katkısının en alt düzeyde kaldığını bazı ülkelerden görebiliyoruz. Gerçi Avrupa’nın en genç nüfuslarından birine sahibiz ama aynı zamanda, kıtanın en hızlı yaşlanan ülkesiyiz. Yemen, Pakistan, Etiyopya, Sudan bizden çok daha genç nüfusa sahip. Bizde 0-14 yaş grubunun nüfus içindeki oranı dörtte birin altına indi. Oysa Yemen’de bu rakam yüzde 50’nin üzerinde. Nüfus artış hızı yüzde 1,3’lere geriledi. Çocuk sayısı azalıyor. Trakya, Marmara, Ege bölgelerindeki bazı illerimizde kadın başına çocuk sayısı 1,5’lerin altına düştü. Ülke ortalaması 2’ler civarında. Oysa, kadın başına çocuk sayısının 2,1’in altına inmesi, nüfusun belli bir zaman sonra azalacağını gösteriyor. Geçmişte sık sık, okullarda 70-80 kişilik sınıflardan bahsedilir, haberler yapılırdı. Şimdi, büyük şehirlerde bile bazı okullarda sınıf mevcutları 20’nin altına inmiş durumda. Bu şartlar altında, Türkiye hiçbir zaman 100 milyon olmayacak.

Türkiye, 100 milyonun üzerinde bir nüfusu kaldıramaz

Olmalı mı? Bence Türkiye, 100 milyonun üzerinde bir nüfusu kaldıramaz. En başta su sorunu yaşar. Kişi başına kullanılabilir su miktarı, yıllık 1500 metreküpün altına, 1430 metreküplere düştü. Dünya ortalamasının 7 bin 600 metreküp olduğunu göz önüne alırsak gittikçe su fakiri bir ülke haline geliyoruz. Nüfusumuz 78 milyondan 100 milyona çıkarsa, kişi başına kullanılabilir su miktarı 1120 metreküpe geriler. Oysa, bu rakam 1965 yılında 3 bin 600 metreküpü geçiyordu.

Tarımsal alan yeterli mi?

Peki tarımsal alanlarımız yeter mi? Türkiye’nin büyük bir tarımsal potansiyel taşıdığı bir gerçek. Özellikle meyve ve sebze üretiminde tam bir cennet. Hem çeşit hem de miktar olarak dünya ülkeleri arasında ilk 5’lere giriyor.  Yalnız, nüfusu 64 milyon olan Fransa’nın tarımsal alanı 33 milyon hektarı bulurken, Türkiye’de 24 milyon hektarda kaldığını da unutmamız gerekiyor.  Bunun 4 milyon hektarı aşkın bir bölümünün ise sulama olmaması nedeniyle nadas olarak ayrıldığını ve kullanılmadığını da tespit etmeliyiz. Tabii, dünyanın ilk tarım alanlarından olan, 9-11 bin yıldır işlenen Anadolu’nun topraklarının sadece 300-400 yıldır tarım yapılan Amerika kıtası kadar zengin olmadığını da belirtmeliyiz. Hayvancılık açısından da sorunlar var. Öncelikle meralarımız bakımsız ve yetersiz. Büyükbaş hayvancılığına da uygun değil. Bu konuda bir Brezilya, Uruguay ve Arjantin ile yarışmamız mümkün görünmüyor. Küçükbaş hayvancılığımız da ne et olarak ne de süt olarak ihtiyacımızı karşılayabilecek bir potansiyele ulaşamaz. Et açığımızı kanatlıdan karşılamaktan başka bir çaremiz yok.
Denizlerimiz, Karadeniz dışında balıkçılık açısından zengin değil. Karadeniz’in ise çok da ekonomik olmayan hamsi dışında dünya çapında ürün veren bir deniz olmadığı açık. Ülke olarak büyük av sahalarından uzağız. Bu bir gerçek. Balıkçılıkta iddialı olmak istiyorsak ya yetiştiriciliğe ya da açık deniz balıkçılığına ağırlık vermeliyiz. 

Şili’nin bakır, Fas’ın fosfat yatakları bizde yok

Çok çeşitli madenlere sahibiz ama bir Şili’nin bakır yatakları, bir Fas’ın fosfat yatakları bizde yok. Bor, krom, mermer dışında önemli bir maden yatağına sahip değiliz. Bu madenler de bize büyük paralar kazandırmaz. Hidrokarbon yatakları açısından çok daha fakiriz. Petrol üretimimiz, toplam tüketimimizin yüzde 8’ini bile karşılamıyor. Doğalgaz da durum daha da kötü. Tüketimin yüzde 98’i ithal ediliyor. Kömürde de durumumuz pek farklı değil. Önemli kömür yataklarına sahibiz ama bunların çoğu düşük kalorili, kalitesiz linyit yataklarından oluşuyor. Özellikle taşkömüründe tüketimin yüzde 90’ı ithal ediliyor.
Burada şunu da belirtmekte fayda var. Türkiye, topraklarının çok azını araştırmış durumda. Hem maden hem de hidrokarbon yatakları açısından Türkiye fakir demeden önce, topraklarımızın büyük bölümü incelenmeli, araştırılmalıdır. ABD’nin sadece Teksas eyaletinde Türkiye’den kat be kat daha fazla petrol ve doğal gaz kuyusu açtığı bilinmektedir.
Yenilebilir enerji kaynaklarında Türkiye’nin potansiyelinin iyi olduğu görülüyor. Güneş, jeotermal, hidrolik, rüzgar, dalga, akıntı, gel-git, biyokütle, biyogaz ve hidrojen gibi yenilebilir enerji kaynakları açısından Türkiye’nin önemli potansiyeller barındırdığı bir gerçek. Örneğin Türkiye’nin sadece rüzgarda mevcut teknolojiyle 48 bin megavat kurulu gücü olabileceği hesap ediliyor. Türkiye’nin halen 71 bin 600 megavat kurulu gücü bulunduğunu göz önüne alırsak oldukça iyi bir rakam. Mevcut kurulu gücün üçte ikisinin üzerinde.

2050’de bile en fazla 14’ncü büyük ekonomi olacağız

Gelelim ekonomik büyüklüğe. Türkiye’nin 2014 yılındaki milli geliri 800 milyar dolar. Dünya ülkelerin toplam milli geliri de 77,3 trilyon dolar. Türkiye’nin payı yüzde 1,035’i ancak buluyor. ABD 17,4, Çin 10,4, Japonya 4,6, Almanya 3,86, İngiltere 2,95, Fransa 2,85, Brezilya 2,35, İtalya 2,15, Hindistan 2,05, Rusya 1,86, Kanada 1,79, Avustralya 1,44, Güney Kore 1,42, İspanya 1,4, Meksika 1,28 trilyon dolar. Endonezya 889, Hollanda 866 milyar dolarla Türkiye’yi geçiyor. Tabii bu cari fiyatlarla, ABD Doları cinsinden milli gelir. Yıldan yıla büyük oynamalar görülebiliyor. Dolar kurundaki yükselme,  milli geliri dolar cinsinden düşürüyor. Örneğin Rusya, bunu 2015’de acı bir şekilde yaşayacak. Tahminlere göre cari, dolar cinsinden milli geliri 1,18 milyar dolara inecek. Satın alma gücü paritesi daha mantıklı gibi görünüyor. Ama gerçekte var olmayan, hayali bir hesap şekli. Kısaca, ülke milli gelirlerini ABD fiyatlarıyla hesaplama demek. Ülkedeki cari fiyatların durumunu göz önünde bulundurmuyor. Buna göre, Türkiye’nin 2014 yılındaki milli geliri 1,5 trilyon doları geçiyor. Ama yine de cari milli gelirde olduğu gibi 17’nci olmaktan kurtulamıyor. 2014’de başka bir önemli olay daha oldu. Çin, bu hesap tarzıyla, ABD’yi geride bıraktı. ABD’nin milli geliri 17,4 trilyon dolarken Çin’inki 17,6 trilyon dolara çıktı. Böylece 1890 yılından bu yana üretimde dünya lideri olan ABD, Çin’in arkasında kalmış oldu. Her liderliğin bir sonu var. Nasıl, Osmanlı, İspanya, İngiltere bunu yaşamışsa ABD’de yaşayacak. Herkes Monica Lewinsky ile hatırlıyor ama eski ABD Başkanı Bill Clinton, bunu fark etmiş ve ABD’nin hegemonyasının sonuna gelineceğini ifade etmişti.

PWC’nin raporu

Bundan çıkan sonuç, Türkiye, milli gelirini ikiye de, üçe de, dörde de katlasa ne ABD ile ne de Çin ile rekabet edemez. Tahminlere göre, 2050 yılına kadar da 10 büyük ekonomi arasına giremeyecek. PriceWaterhouseCoopers (PWC) tarafından hazırlanan “The World in 2050” raporu, halen 1,5 trilyon dolar olan Türkiye’nin satınalma gücü paritesine göre milli gelirinin 2030’da 2,7, 2050’de 5,1 trilyon dolara ulaşacağını iddia ediyor. Buna göre, Hindistan, ABD’yi geçecek. İlk 10, Çin, Hindistan, ABD, Endonezya, Brezilya, Meksika, Japonya, Rusya, Nijerya, Almanya şeklinde sıralanacak. 11’nci İngiltere, 12’nci Suudi Arabistan, 13’üncü Fransa, 14’üncü Türkiye olacak. Türkiye’yi, Pakistan, Mısır, Güney Kore, İtalya, Kanada, Filipinler, Tayland, Vietnam, Bangladeş, Malezya, İran, İspanya, Güney Afrika, Avustralya, Kolombiya, Arjantin, Polonya, Hollanda takip edecek.
Bu rapora birkaç açıdan itiraz etmek mümkün. Birincisi, geleceğe yönelik tüm tahminlerde olduğu gibi, rapor da geçmişteki büyüme hızlarını belli oranlarda geleceğe projekte ederek bu sonuçlara ulaşıyor. Öncelikle bu çok da tutarlı değil. Bugün hızlı büyüyen hatta son 10 yıl, 20-30 yıl hızlı büyümüş bir ülkenin gelecekte de hızlı büyüyeceğinin garantisi yok. Bu ülkelerin potansiyelleri dikkate alınmamış. Örneğin bir Endonezya’nın dördüncü sıraya çıkma gibi bir başarı göstermesi pek de mümkün değil. Bu ülkenin hemen hiçbir potansiyeli Brezilya’dan daha iyi diyemeyiz. Aynı şekilde, Nijerya’nın bırakın Almanya’yı, Türkiye’yi bile geçmesi çok tutarlı görünmüyor. Nijerya, hem siyasi hem ekonomik büyük kırılma potansiyellerini içinde barındırıyor. Ülke, büyük siyasi ve sosyal çalkantılara gebe durumda. Birliğini bile sürdürmesi zor görünüyor. Benzer sıkıntılar Pakistan, Mısır, Filipinler, Tayland, Bangladeş, Kolombiya için de söz konusu. Kendi açımızdan bakarsak, Türkiye’nin Avrupa’da Rusya, Almanya, İngiltere ve Fransa’yı 2050 yılında bile geçemeyeceğini ama İtalya, İspanya gibi ülkeleri geçeceğini not etmekte fayda var.
Buradan çıkan sonuç. Türkiye’nin hedeflerini doğru koyması ve ekonomide ilk 10 yerine, kişi başına gelirde ilk 20 gibi bir seviyeyi hedef bellemesi, vatandaşları için çok daha iyi hayat koşulları sağlayacak bir noktaya ulaşmaya çalışması yerinde olur. Hedef, süper devlet olmamalı, hedef kişi başına milli gelirde, ekonomik ve sosyal hayatta, gelir dağılımında, eğitimde, bilimde, sanatta, tıpta, demokraside, hukuk devletinde, insan haklarında Almanya, Fransa, İngiltere seviyesi olmalı. Vatandaşların hangisinde daha mutlu yaşayacağı açık sanırım.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

-Dolardaki artışın ekonomiye etkisi...

-Krizler ekonomisi-1994 krizi

-Dolar sevdası hiç geçmiyor…

-Yalnızlık

-Güçlü bir ekonomi için ne yapmalı?