-Enerji tüketimimiz 50 yılda nasıl değişti?
Enerji tüketiminin sanayileşmeyle doğrudan bağlantısı
var. Petrol veya doğal gaz zengini ülkeler hariç, adını bilmeseniz de kişi
başına enerji tüketiminden o ülkenin sanayileşmiş bir ülke olup olmadığını
anlayabilirsiniz.
Şimdi günümüzden teknoloji açısından bakarsanız çok
çok eski bir tarihe, 1965 yılına kadar gidersek, enerji tüketiminin neredeyse
tamamen sanayileşmiş ülkelerin tekelinde olduğunu görürüz.
BP’nin enerji raporuna göre, 1965 yılında toplam
birincil enerji tüketimi, ABD’de 1 milyar 286,5 milyon ton petrol eşdeğeri
(TEP), Sovyetler Birliği’nde 590,1 milyon TEP, batı ve doğu Almanya toplamı
olarak 253,4 milyon TEP, Birleşik Krallık’ta 197,6 milyon TEP iken Çin’de
131,4, Hindistan’da 52,7 milyon TEP düzeyinde kalıyor. Koca Çin; toplamda
Almanya’nın neredeyse yarısı kadar enerji tüketimiyle yetinirken, Hindistan’ın
tüketimi Almanya’nın beşte birini ancak buluyor.
İşin ilginç yanı nüfusu o tarihte 31,5 milyon olan
Türkiye’nin toplam birincil enerji tüketiminin sadece 7,8 milyon TEP’de kalması
ki bunun içinde ham petrol, taş kömürü, linyit, hidrolik gibi bütün birincil
enerji kaynakları var. Bu rakam o kadar yetersiz ki o zamanki Mısır’ın tüketimi
de bu kadar; Bulgaristan’ın tüketiminden (10,2 milyon TEP) ise yüzde 20 daha
az. O tarihte gelişmiş bir ülke olmayan (gerçi şimdi de öyle) Doğu Bloku üyesi
Romanya, 25,5 milyon TEP ile Türkiye’nin üç katından fazla enerji tüketiyor.
Türkiye’nin birincil enerji tüketimi, ABD’nin binde 6’sında kalıyor. Almanya,
Türkiye’nin 32,5 katı birincil enerji tüketiyor.
Durumumuz bu kadar vahimmiş. Demek ki 1965 yılında
Türkiye’nin doğru dürüst bir sanayisi yok. Üretim tamamen kol ve hayvan gücüne
dayanıyor; makineleşme yok denecek kadar az. Çok az evde elektrik var;
elektrikli ev aleti kullanımı son derece yetersiz. Sanki çok çok eski bir
tarihten bahsediyor gibiyiz ama topu topu 51 yıl öncesi ve ülke neredeyse
enerjiden bihaber.
Aslında o tarihten günümüze geldiğimizde, enerji
tüketimdeki artışı izlediğimizde ülkenin kat ettiği mesafeyi de görüyoruz.
Örneğin Bulgaristan’ın birincil enerji tüketimi, 1965-2015 döneminde yüzde 85,5
artarak 10,2 milyon TEP’den 18,9 milyon TEP’e, Romanya’nınki yüzde 29,9 artışla
25,5 milyon TEP’den 33,1 milyon TEP’e çıkarken, Türkiye’nin birincil enerji
tüketimi 15 kat artışla 7,8 milyon TEP’den 131,3 milyon TEP’e çıktı. Türkiye,
dünya birincil enerji tüketimi içindeki payını da 5 kat artışmış ve yüzde
0,2’den yüzde 1’e yükseltmiş durumda.
Tabii, Bulgaristan, Romanya, o zamanki adıyla
Çekoslovakya (şimdiki Çekya ve Slovakya’dan oluşuyordu), Polonya, Macaristan,
eski Sovyet ülkeleri, 1965 yılında ağır sanayiye dayanan bir ekonomiye sahip ve
tasarruftan bihaber oldukları için gereğinden fazla enerji tüketiyorlar. Hatta
hatta fazla tüketiyor lafı da yetersiz kalır, resmen israf ediyorlar. Şimdilerde,
İran, Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi petrol
zengini ülkelerin yaptıkları gibi...
Hemen her zaman enerji sıkıntısı çeken Türkiye, bu
rahatı hiçbir zaman yakalayamadı. Devletin hem gelir elde etmek hem de enerji
faturasını düşürmek için uyguladığı çok yüksek vergiler nedeniyle, dünyanın en
pahalı fiyatlarından enerji kullanmaya yıllarca devam etti. Yine de enerji
tüketimi, ekonomik gelişmeyle birlikte zorunlu olarak arttı.
Öyle ki Türkiye, BP raporunda yer alan 68 ülke içinde,
50 yıllık sürede toplam birincil enerji tüketimini en fazla artıran 14’ncü ülke
oldu. Sıralamada Türkiye’yi geçen Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, İran,
Endonezya, Cezayir, Ekvador’u dışarıda tutmak gerekir; çünkü bu ülkeler petrol
zengini ülkeler. Hatta Malezya da petrol tüketiminin yüzde 80’ini karşılıyor.
Bunları dışarıda tutarsak, toplam birincil enerji tüketimlerini Türkiye’den
fazla artıran ülkeler, Tayland, Güney Kore, Vietnam, Çin, Singapur,
Tayvan. Tabii, Tayland’daki artış da 1965 yılında ülkenin enerji tüketiminin
neredeyse dipte olmasından kaynaklanan bir durum. Özellikle Güney Kore, Çin,
Singapur, Tayvan, 1965 sonrasında dünyanın ekonomide en hızlı büyüyen ve
sanayileşen ülkeleri. Vietnam da son 10-15 yılın en hızlı büyüyen ülkeleri
arasında bulunuyor. Kısaca enerji tüketimlerindeki artış boşa değil, sebebi
var, o sebep de sanayileşme…
Peki, sanayileşen ülkeler ne yapmış? 1970’lerde
yaşanan petrol krizlerinin de etkisiyle hızla enerji tasarrufuna gitmişler.
Teknoloji yoğun, enerji tüketimi az sektörlere ağırlık vermişler. Ağır sanayiyi
gelişmekte olan ülkelere yönlendirmişler. Bugün, dünya çelik üretiminin
neredeyse yarısının Çin’de gerçekleştirilmesi, çimento fabrikalarının gelişmiş
ülkelerden az gelişmiş ülkelere kaydırılması boşuna değil. Amaç, enerji
tüketimini en az artırarak veya yerinde saydırarak ekonomik büyümeyi sürdürmek.
1965-2015 döneminde, birinci enerji tüketimindeki artış, 1965’in de en zengin
ülkelerinden, İsviçre’de yüzde 88,9, ABD’de yüzde 77,3, İsveç’te yüzde 67,3,
Belçika’da yüzde 60,3, Almanya’da yüzde 26,5, Danimarka’da yüzde 20,1’de
kalmış. Bu artış, o tarihte gelişmişlikte bu ülkelerin gerisinde olan
Avusturya’da yüzde 113,9 olmuş. Yine, 1965 yılında, görece tarım ağırlık
ekonomiye sahip Fransa’da yüzde 116,5, İtalya’da yüzde 89,6 düzeyinde
gerçekleşmiş.
Gelişmiş ülkeler içinde toplam birincil enerji
tüketimini bunlara göre çok daha fazla artıran Japonya, İspanya, Norveç,
Finlandiya, Yeni Zelanda ve İrlanda’dayı ayrı değerlendirmek gerekiyor. Bu
ülkelerden Kanada, Hollanda, Avustralya’da ciddi nüfus artışları dikkati
çekiyor. Ayrıca, Kanada petrol, Avustralya kömür, Hollanda doğal gaz zengini
ülkeler. Japonya, İspanya, Finlandiya ve İrlanda, 1965-2015 döneminde ekonomide
neredeyse çağ atladılar ve özellikle Japonya, Finlandiya ve İrlanda, Almanya ve
İngiltere gibi ülkelerle aralarındaki ekonomik gelişmişlik farkını yok ettiler.
Hem Japonya hem İspanya hem de İrlanda, 1965 yılında bırakın Almanya’yı, İtalya
seviyesinde bir ekonomiye bile sahip değillerdi. Hızlı ekonomik büyüme enerji
tüketiminde de hızlı artışa sebep oldu. Yeni Zelanda, enerji tüketiminde
Avustralya gibi bir eğilim göstermektedir. Norveç’in de petrol zengini
olduğunu, son 50 yılda çok hızlı büyümeyle dünyanın en zengin ülkelerinden biri
haline geldiğini de unutmamak gerekir.
İşin esas ilginç yanı da Birleşik Krallık’ta
görülüyor. Çünkü, 1965 yılında 197,6 milyon TEP toplam birincil enerji tüketimi
olan Birleşik Krallık, 2015’e gelindiğinde nüfus artışına, ekonomisindeki büyük
gelişmeye rağmen, birincil enerji tüketimini yüzde 3,2 azaltmış ve 191,2 milyon
TEP’e indirmiş durumda. 1965 yılında Çin’in 1,5 katı, Fransa’nın iki katına
yakın enerji tüketen Birleşik Krallık, ne yaptı da enerji tüketimini azalttı?
Bu da Birleşik Krallık’ın, namı diğer İngiltere’nin
çok fazla enerji tüketen sanayileşmeden uzaklaşmasıyla açıklanabilir.
İngiltere, ağır sanayiden uzaklaşmış durumda. Ekonomisini hizmet sektörüne
yoğunlaştırdı; bankacılık, sigortacılık gibi finans sektörüne, ilaç gibi tıbbi
ürünlere, eğitime, savunma sanayi gibi yüksek teknolojiye ağırlık verdi. İmalat
sanayi ürünü kaç İngiliz malı sayabilirsiniz.
Sonuçta İngiltere, büyük bankaları, sigorta
şirketleri, borsaları, savunma sanayi firmaları, futbol kulüpleri, ilaç
firmaları, petrol (bu yazının kaynağı olan BP de İngiltere çıkışlı bir küresel
enerji firmasıdır), enerji şirketleri, mühendislik, taahhüt firmaları, bilgi
teknoloji şirketleri, medya, reklam sektörü, lüks markalarıyla enerjiyi az
tüketen ama parayı çok kazanan bir ülke haline geldi. Bunun bir sonucu olarak
ekonomisi imalat sanayine dayanan Almanya’dan çok daha az birincil enerji
tüketiyor ama onun da kadar hatta daha fazla milli gelir yaratabiliyor.
Türkiye’nin de şapkasını önüne koyması ve bir daha
düşünmesi gerekiyor. Şu kesin: Enerji en önemli sorunlarımızdan biri. Önemli,
çünkü bize bayağı bir paraya mal oluyor. 1996 yılından bu yana yurt dışına 551
milyar dolar ödediğimiz kaç ürün var ki?
Kaçarı yok, önümüzde iki seçenek var: Ya daha ucuz ve
yerli kaynaklarla daha fazla enerji üretip, imalat sanayi temelli ekonomik
gelişmemizi devam ettireceğiz ya da İngiltere’nin yaptığını yapacağız.
Bana İngiltere’nin yaptığını yapmak zor gibi geliyor. Almanya, Fransa bile
yapamadıysa biz nasıl yapacağız. Kalıyor tek seçenek o da imalat sanayi
ağırlıklı büyümek. Üretim ekonomisi. Bu da enerji istiyor.
Metin Türkyılmaz - Enerji Günlüğü
21 Ağustos 2016 / ANKARA
Yorumlar
Yorum Gönder