-Façayı düzeltmek: İmaj yaratmak…
Faça
İtalyanca kökenli bir sözcüktür. Surat, yüz, çehre demektir. Yüz bölgesindeki
bıçak yarasına da denir.
“Sözlüktr.net”
e göre, denizcilikte yüklü geminin bordasındaki su düzeyi ile boş geminin
bordasındaki su düzeyi arasında kalan bölüm faca olarak adlandırılır. Yine
denizcilikte serenleri başa veya geriye doğru çevirerek yelkenleri sarmaya da
faça denir.
Argoda
da faca sözcük olarak kullanılır. Yüz, çehre, surat, giysi, havalı, gösterişli
anlamlarına gelir. İskambil destesinin en altındaki kağıda da denir. Piştide en
alta açılan kağıt da faca ismiyle adlandırılır. Birini mahçup etme, bozma
anlamı da vardır. (http://www.sozluktr.net/kelime.asp?bul=17441&no=0&nedemek=faca)
Kısaca
genel görünüş demektir.
Tabii
argoda “façayı düzeltmek” tabiri, yüz bölgesindeki bıçak yarasını düzeltmek, suratı,
yüzü, çehreyi güzel hale getirmek, yakışmamış, eski bir giysiyi yenisiyle ve
güzeliyle değiştirmek, düzeltmek, havalılığı, gösterişliliği artırmak anlamında
kullanılır. Façayı bozmak ise yukarıda yazılanların tam tersini yapmak
demektir.
Peki
imaj nedir? Bir kişinin, bir kurumun, bir markanın, bir şirketin veya bir
ülkenin diğerleri üzerinde bıraktığı izlenim. İmge. Görünüşle çok bağlantılı.
İnsanlardaki değer kavramıyla da çok ilgili. Bilindiği gibi insanlar değerlerle
seçimlerini yaparlar.
Bir
şeyin değdiği, ona denk diye düşünülen, kabul edilen karşılığa değer diyoruz.
Bu bir şeyin gerekliliğini, önemini belirmeye yarayan saymaca bir ölçüdür. Nesnel
değil özneldir. Kişiden kişiye değişir.
İmaj
ekonominin istikrar kadar önemli bir göstergesidir. Türkiye, neden 53 yıldır
Avrupa Birliği (AB) ülkesi olmak için bekliyor? AB’nin ekonomik olarak Türkiye’ye
katacağı ne var? Zaten katma protokole dayanarak Türkiye, AB’ye çok uzun
zamandır sanayi mallarını sıfır gümrükle mal ihraç edebiliyordu. 20 yıldır da
Gümrük Birliği üyesi. Eğer tam üye olursa, üye sayısı 28’e ulaşmış bir Birliğin
ortak bütçesinden artık çok fazla destek de alamayacağı ortada. Türkiye’nin tam
üyelik yolunda kazanacağı en önemli şey imaj olacak.
Nitekim
AB üyesi olmasaydı, Avro kullanmasaydı Yunanistan’a kim verirdi 500 milyar
dolarlık borcu. AB niçin bu kadar insan hakları, hukuk, adalet, demokrasi
diyor. Çünkü ekonomide imaj çok şeydir. Bir reklam sloganının tersine “susuzluk
da imaj da her şeydir”.
Dünya
size olumlu bakıyorsa, imajınız iyiyse, ekonominizde sorun olsa bile krize
girmeden sıkıntıları aşabiliyorsunuz.
Neden
mi?
Çünkü
insanlar değerleriyle hareket ediyor. Aynı kalite ve fiyatta bir malı alırken, alıcı
ister istemez, pek de düşünmeden imajı iyi ülkenin malına yöneliyor. Hatta
bazen çok daha fazla fiyatla, aynı malı, imajı iyi ülkeden alıyor. Çünkü onunla
ilgili bir değer yargısı var.
Tüm
insanların, dolayısıyla tüketici ve alıcıların kafasında değer yargıları
bulunur. Bu önyargı halini de alır. Örneğin “Alman malı sağlam olur” gibi. Tüm
Alman malları sağlam mıdır? Hatta Alman malları örneğin Japon mallarından daha
sağlam mıdır? Kimse bunu düşünmez.
Hindistan
malı bir otomobil mi aynı kalitede bir Fransız otomobili mi diye tercih
yaptırsanız. Fransız malı daha pahalı, kalitesi de Hint otomobiliyle aynı olsa
bile insanların büyük çoğunluğu Fransız malını seçer. Bunu sağlayan, geçmişte
yaşanan tecrübeler olmakla birlikte esas olarak değer yargısıdır. Marka da moda
da bundan doğar. Niçin paramız varsa markalı bir ürün almaya çalışırız? Hatta o
ürünlerin çoğunun fason yapıldığını bildiğimiz halde. Değer yargısı. O markanın
iyi olduğuna dair keskin bir yargı. O ürün iyi de olabilir ama iyi olmayabilir
de… Ondan çok daha ucuzu ondan daha iyi olabilir. Bunlarla ilgilenmeyiz.
Bu
çerçevede bir ülkenin imajını sadece ekonomik unsurlar etkilemez. İsveç veya
İsviçre, barışçı ülke olmak, çok yüksek kaliteli ürün üretmek gibi bir imaja
sahiptirler. Bu ülkeler her zaman barışçı mıdır? Değil. Tarafsız mıdır? Evet.
Barışçı olmakla tarafsız olmak aynı şey değildir. İsviçre tarafsız bir ülke
olmakla bir ün elde etmiştir. Fakat barışçı olmak bitaraflık değildir. Barıştan
taraf olmak demektir ki bu da gerçekten zor bir seçimdir. Nitekim İsviçre yakın
zamana kadar çok sayıda gizli hesapla diktatörlerin, katliam yapmışların,
mafyanın paralarını ülkesine çekmekte bir behis görmemiştir. Kara para
konusundaki baskılarla karşı karşıya kalmış bir ülkedir İsviçre…
Şahsen
bir ülkenin barışçılığına büyük önem veririm. Ben de olumlu bir etki yapar. O
ülkeye karşı bir sıcaklık, bir yakınlık duyarım.
Türkiye
de imajıyla çok etkili olmuştur. Mazlum milletler içinde batıya ilk kafa tutan
bir ülke olarak, Küba’dan, Cezayir’den Hindistan’a çok sayıda ülkenin insanında
bağımsızlık ateşini uyandırmıştır. Böyle bir imajımız olmadığını, bundan olumlu
olarak yararlanmadığımızı kimse söyleyemez. Nereye giderseniz gidin Türkiye
Cumhuriyeti ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Üçüncü Dünya nezdinde sarsılmaz
bir imajı vardır.
Ulusların
da kuşkusuz bir imajı vardır. Hepimiz için bazı milletler arı gibi çalışkan,
bazı milletler tembel bulunur. Örneğin Almanlar için “kaba ama çalışkan ve
disiplinli” denir. Mühendislikte çok üstün görülürler. İngilizler için, “paradan
para kazanırlar, ticaret ve diplomasiden iyi anlarlar, güvenilmezler” denir.
Fransızların “çok iyi aşık olduklarına, sanattan, estetikten, modadan anladıklarına”
yönelik bir imajları vardır. Ülkemizin de milletimizin de bir imajı vardır.
Bazı ülkelerde olumlu, bazılarında olumsuz. Aslında gerçek nedir? Bilmeyiz. Her
milletin çalışkanı da tembeli de kabası da kibarı da disiplinlisi de
disiplinsizi de işini bileni de bilmeyeni de bulunur. Bununla çok ilgilenmeyiz.
Başka şekilde olduğunu kabullenmeyiz de. Çünkü biz öyle görürüz. Almanlar,
çalışkan ve disiplinli oldukları, mallarının çok sağlam olduğu değer yargısını dünyada
oluşturmuşlardır. Buna karşın Meksikalıların çok çalışkan olmadıklarına yönelik
bir imajları vardır. Kovboy filmlerinde Meksika kanunun olmadığını, insanın
değer taşımadığı, tüm toplumun müzik eşliğinde sürekli bir siesta yaşadığı bir
ülke olarak tarif edilir. 1910’dan 1917’ye kadar süren Meksika Devrimi’nin en
önemli kişilerinden köylü lideri Emiliano Zapata gibi isimler bile bu imajı
kıramamıştır.
Senaryosunu
Nobel Edebiyat ve Pulitzer ödüllü ABD’li yazar John Steinbeck’in, Edgecumb
Pinchon’un “Yenilmez Zapata” anlamına gelen Zapata the Unconquerable adlı
biyografi kitabına dayandırarak yazdığı, Kayseri kökenli Rum bir ailenin İstanbul
doğumlu oğlu sinemanın devlerinden Elias Kazancıoğlu’nun, namı diğer Elia Kazan’ın
yönettiği, Marlon Brando, Jean Peters, Anthony Quinn’in başrollerini
paylaştıkları destansı Viva Zapata (Yaşasın Zapata) filmi Emiliano Zapata’yı
tanımamıza vesile olmuştur. O Elia Kazan ki İhtiras Tramvayı (A Steetcar Named
Desire), Rıhtımlar Üzerinde (On The Waterfront), Cennetin Doğusu (East of Eden)
filmleriyle sinemanın ilahları arasında yerini almıştır. Marlon Brando ve Anthony
Quinn’i de artık anlatmaya gerek yok, ki her ikisi de sinemanın Kaf Dağlarıdır.
Unutmayalım
iyi bir imaj yaratmak, bir ülkeye veya insana tükenmeyen mirastır. Tabii bu
imajı da korumak gerekir. İmajını koruduğun sürece kullan kullanabildiğin kadar.
Nasıl olsa ister mal ister hizmet ürettiğini en yüksek fiyatla satma ayrıcalığı
bahşedilen kişi, kurum, şirket ya da ülke konumundasın.
İşte
bu nedenledir ki şirketler itibar yönetimine özel hassasiyet gösterirler ve
bununla ilgili uzmanlar çalıştırırlar.
Ülkeler
de yöneticileriyle, kurumlarıyla bunu yaparlar. İyi bir demokrasi bir ülkeye
sadece iyi bir insan hakları sicili, hukuk, adalet, sosyal adalet, sağlık,
eğitim, özgürlük, eşitlik, kardeşlik kazandırmaz, para da kazandırır.
Kısaca
façan düzgünse sorun yoktur. Düzgün değilse en kısa zamanda düzeltmeye bak…
Yorumlar
Yorum Gönder