-Destanımızda yalnız onların maceraları vardır: Anadolu kadını…

Bereketli ve kutsal Anadolu’nun kadınları… En önemli özellikleri çilekeş olmalarıdır. Gönülleri zengindir ama kendileri değil. Çalışkandırlar. Belki de dünyanın en çalışkan kadınlarıdır. Babaannemler çağında sabah gün ışımadan kalkar, akşam yatana kadar durmak bilmeden çalışırlarmış. Özellikle köylü kadınları… Ben çocukken ellili yaşlarını yaşayan babaannemden görmüş ve duymuştum. Çok çalışkan bir kadındı. Yerinde duramazdı. Otururken bile yün eğerirdi. “İş biter mi derdi”. Kadınlar… Hemen her işi onlar yapar. Tarlada, bağda, bahçede, bostanda, ahırda, ağılda onlar vardı. Sadece onlar…
Destanlarını Nazım Hikmet yazdı. Kuvayı Milliye Destanı, “Onlar” ile başlar;


“Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar.
Korkak,
cesur, cahil
hakim
ve çocukturlar.
Ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır”

Ama kadınlar bölümü Nazım için zirvedir; Türk şiiri için de…

“Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
Korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz.
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız”

Resimlerini Nuri İyem çizdi. Anadolu kadınını o kadar güzel ve özgün bir şekilde çizdi ki yazın dünyamızın büyük üstadı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kaleminden, “bir heykel kadar sımsıkı, yeşil mehtap aydınlığı kadar zarif, geçmiş zamanın havasını içinde taşıyan eski fresk ve ikonalar kadar yalın” sözcükleri döküldü.
İyem’in resimlerinde Anadolu kadınının kararlılığını, duru ve yalın güzelliğini de apaçık görmek mümkündür.
Anadolu kadını üretkendir. Ana tanrıça Kibele de Anadoluludur. Yunandaki Rhea, Mısır’daki İsis gibi bekaretle değil, doğurganlık ve bereketle ilişkilendirilir.
Anadolu birçok uygarlığa kucak açmış, bu topraklarda birçoğunun filizlenmesine imkan tanımıştır. Arkeolog, Prof. Dr. Muhibbe Darga, “Anadolu’da Kadın” kitabında, on bin yıllık dönemde, eş, anne, tüccar, kraliçe olan prehistorik dönemden Millat’tan sonra 7’nci yüzyıla uzanan zaman diliminde yaşamış kadınları anlatıyor. Anadolu’da tarih öncesinden erken Bizans koloni çağı, Hitit, Urartu, Likya, Lidya, Helen ve Roma kadınlarının geçirdiği değişimi gösteriyor. Birbirinden ilginç mektupları, takıları, giyim kuşamları, banyo-yemek kapları, gelenekleri, âdetleriyle…
Tiyatromuzun zirvelerinden Yıldız Kenter’in tek başına oynadığı, onun önerisiyle Güngör Dilmen’in kaleme aldığı, İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyancaya da çevrilen, yurt içinde ve dışında çeşitli topluluklar tarafından sahnelenen “Ben Anadolu” bu topraklarda yaşamış 16 farklı kadını muhteşem anlatıyor. Kimler yok ki Ana tanrıça Kibele de var, Halide Edip Adıvar da var…
Aydın’dan küçük bir kızken, 13 yaşında Yunanistan’a göçmek zorunda kalmış Anadolu kökenli bir kadın olan Dido Sotiriyu, asıl adı “Kanlı Topraklar” olan Türkiye’de “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” olarak basılan kitabında, Birinci Dünya Savaşı öncesi Anadolu’da yaşayan Rum ve Türklerin kardeşliğini, Ege’nin Yunan işgaliyle yaşadığı kanlı savaş ortamını ve savaş sonrasında iki ülke arasında yaşanan mübadeleyi anlatır ve kitabın bir yerinde “Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı! Benden Selam Söyle Anadolu’ya… Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin… Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin!” der.
Sotiriyu, bu topraklardan sürülmüş bir çocuk olmasına karşın, bir yerde de “Anılar garip, kötülüğü bastırıyor ve şeylerin tadını koruyor. Hepimizi, Küçük Asya toprağı sevgiyle doğurdu. Bu sevgiyi kendimiz ve çocuklarımız için korumalıyız” demesini de bilir.
Anadolu kadını yalındır ama ortamına göre en güzel elbiselerin sahibi olmayı da bilmiştir. Folklor kıyafetlerinde, Anadolu gelin kıyafetlerinde bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Öyle ki kendilerinden umulmayacak bir şekilde renk cümbüşü içindeki elbiseleri de giyer, zerafetle takar takıştırır.
Bir kadın için dünyanın en büyük tapınaklarından biri Anadolu’da Efes’te Millat’tan önce 550 yıllarında yapılmış. Tamamen mermerden inşa edilen bir adı da Diana Tapınağı olan Artemis Tapınağı, Zeus ve Leto’nun kızı, Apollon’un ikiz kız kardeşi, vahşi doğa, avcılık, okçuluk ve ay tanrıçası; Artemis'in onuruna inşa edilmiş. Anadolu’yu ne güzel betimliyor, bu topraklara ne kadar da uygun düşüyor değil mi? Anadolu’nun Artemis’i bile farklıdır. Yunan tanrıçası Artemis bakiredir, Efesli Artemis’in ise 37 tane memesi vardır. Mermerden yapılmış haliyle yine de çok güzeldir. Anadolu’nun ana tanrıçası Kibele gibi doğurgan… Bereketli topraklara da bu yaraşır.
Dünyanın yedi harikasından biri sayılan, bugün sadece iki mermer parçasının kaldığı tapınak, Anadolu’nun azametini ve kadına verdiği değeri gösterir. O kadar büyük bir tapınaktır ki Lidya Kralı Kroisos tarafından başlatılmış ve 120 senede tamamlanmış bir projedir. Artemis’e de bu yaraşır.
Tapınakla ilgili olarak Sidonlu Artipader’in tasviri muhteşemdir; “Mağrur Babil’in üstünde savaş arabaları için yol olan duvarını ve Alpheus’daki Zeus heykelini ve asma bahçeleri gördüm, yüksek piramitlerin devasa işçiliğini ve Mausolos’un engin mezarını; ama Artemis’in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki ‘işte! Olimpus’un dışında, güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı.”
Bizanslı Philon ise; “Kadim Babillilerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus’un mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes’teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümü gölgede kalmıştı” der.
Belki de tarihin ilk feministleri olarak tanımlayabileceğimiz, tamamen kadın savaşçılardan oluşan Amazonlar da Anadoluludur, efsanelerin şahı Şahmaran da…
İzmirli Homeros’un destanı İlyada, bir kadının, Sparta Kralı Melenaos’un karısı Helen’in, kocasını bırakıp Troya Kralı Priamos’un oğlu, Prens Paris’e kaçmasından çıkan ve Anadolu devletlerinin Yunan devletlerine karşı kaybettiği Troya Savaşı’nı anlatır. Troyalıların ve Anadolu’nun kahramanı ve Troya Velihat Prensi Hektor, Yunanlarınki Akhilleus’tu (Aşil).
Helen’in, Paris’e kaçmasına neden olan da Afrodit’in tezgahladığı aşktır.
Mitoloji bu olayı; “Zeus'un, Akhilleus’un annesi ve babası Thetis ve Peleus’un evlilik törenleri şerefine verdiği ziyafete davet edilmemesine sinirlenen Eris, ziyafete gelip ‘en güzel olan için’ diye bağırarak bir altın elma fırlatır. Hera, Athena ve Afrodit elma üzerinde hak iddia ederler. Zeus’tan en güzeli seçmesini isterler. Tanrı Zeus, seçimi kendi yapmak istemez. Boğa kılığındaki tanrı Ares’in kendi boğasını yenmesi üzerine tanrıyı ödüllendirdiği için adaletiyle tanınan, Troyalı ölümlü Paris’in değerlendirmeyi yapacağını duyurur. Milattan önce iki bin yılında, üç güzel tanrıça Athena, Hera ve Afrodit, İda Dağı’nda (Çanakkale’nin Kaz Dağları) toplanır. Tarihin ilk güzellik yarışmasında, Paris, altın elmayı Afrodit’e verir. Tabii Afrodit hile yapmış ve elma karşılığında Paris’e Helen’in aşkını vaat etmiştir. Afrodit, vaadini tutar ve ‘tüm kadınların en güzeli’ olan Helen’i, Paris’e aşık eder. Paris de Sparta’yı ziyaretinde Helen’e aşık olur ve birlikte Troya’ya kaçarlar” şeklinde aktarır.
Yunanların komutanı Melenaos’un abisi Agememnon’du. Yarı tanrı, yenilmez, topuğu dışında ölümsüz Akhilleus (Aşil tendomu buradan gelir), savaşın müsebbibi Paris’in abisi müttefik orduların komutanı Hektor’u öldürdü.
Her ikisi de çok iyi yetişmiş, tarihi iyi bilen büyük devlet adamları, İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet'in de Çanakkale savaşını kazanan Mustafa Kemal Atatürk’ün de “Hektor’un öcünü aldık” demeleri rastlantı değildir. Laf olsun diye de söylenmemiştir. Fatih, Papa İkinci Pius’a gönderdiği mektubunda, “Türklerin, Troyalıların soyundan geldiklerini ve Hektor’un öcünü almanın Türklerin sorumluluğu” olduğunu boşuna yazmadı.
Her ikisi de Troya Savaşı’nın emperyalizme karşı Anadolu insanının direnişi olduğunu biliyorlardı.
Nitekim Çanakkale’ye saldıran İngiliz zırhlısının adı da Agamemnon’du, Mondros mütarekesinin imzalandığı gemi de Agamemnon’du…
Homeros’un savaşın yerini anlatırken kullandığı, “toprağı bereketli Troya’da geçtiği” ifadesi de boşuna değildi. Amaç bereketli topraklara, Kurtuluş Savaşı’nda da İtalyanların hayallerini süsleyen “dağlarından yağ, ovalarından bal akan” Anadolu’ya sahip olmaktı.
Tarih boyunca Anadolu’nun direnişin en büyük mimarları da Anadolu’nun antik heykellerinde, Nuri İyem tablolarında, Nazım Hikmet şiirlerinde tasvir edilen kadınlarıdır.
Ve yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

-Dolardaki artışın ekonomiye etkisi...

-Krizler ekonomisi-1994 krizi

-Dolar sevdası hiç geçmiyor…

-Yalnızlık

-Güçlü bir ekonomi için ne yapmalı?