-Ağla sevgili yurdum
Dünyanın en
yalnız ülkesinde yaşadığımız kesin. Sanki bu dünyada tek başınayız. Bu kadar
yoğun bir tek başınalık yaşayan başka ülke var mıdır bilinmez. Eminim
Kafka da Albert Camus da bu toprakları kendine yakın hissederdi. Nazım
Hikmet’in o muhteşem dizeleriyle “Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi
uzanan bu ülke” veya Nuri Bilge Ceylan’ın sözleriyle “yalnız ve güzel
ülke”, bu koca dünyada tek başına bir yıldız gibi parlıyor. Işığıyla göz
kamaştırıyor. Yine de ağlıyor. Kızılırmak grubunun “Ağla sevgili yurdum”
şarkısının dizeleri ne acıdır ki bu ülkeyi çok iyi tanımlıyor.
İster
Anadolu, ister Küçük Asya, ister Hititler gibi “bin tanrı ülkesi” olarak
adlandırın fark etmez, doğu da batı da bu topraklarda başlar. İster insan
olun, ister göçmen kuş, bu topraklardan geçmeden ne batıya ne doğuya ne kuzeye
ne güneye gidemezsin. Bir hac merkezi gibi, bu topraklara uğramadan edemezsin.
Dünyanın en
eski medeniyetleri, en eski dilleri, en eski dinleri hep bu topraklardan
çıkmıştır. Buğdayın da arpanın da üzümün de zeytinin de elmanın da cevizin de
fındığın da kirazın da daha birçok bitkinin de anavatanı bu
topraklardır. “Adam eksen adam biter” denilen bereketli
topraklar bu coğrafyayı kaplar. Aşık Veysel’in kara toprağı, bu
topraklardadır. Dost dost diye nicelerine sarılsan da senin sadık yârin bu
topraklardır. Ne güzel anlatmış Veysel, “Karnın yardım kazmayınan belinen,
yüzün yırttım tırnağınan elinen yine beni karşıladı gülinen”.
Kervanlar,
bu toprakların hanlarında konaklamıştır. Kervan yolları bir ağ gibi
Anadolu’yu örmüştür. Güneyden kuzeye, doğudan batıya bütün yollar, bu
topraklarda birleşir. Her yerde kral mezarlarını, tümülüsleri görürsün.
Şaşarsın bu kadar kralın bu topraklarda yaşadığına.
Sadece bitki
örtüsü değil, insan çeşitliliği de gözle görülür. Uzunu, kısası,
esmeri, sarışını, kumralı, kızılı... Kara, yeşil, mavi, ela
gözlüsü bu topraklarda yan yana yaşardı. Kimse kimsenin rengine
bakmazdı. Kimse kimseyi hor görmezdi. İnsanlar mahallelere ırklarına göre
ayrılmazdı. Aynı mahallede Türk de Kürt de Arap da Çerkez de Tatar da Arnavut
da Laz da bulunurdu. Onları sadece Laz Bakkal, Arnavut Kazım, Arap Kadri, Kürt
Mehmet olarak tanırdık. Birbirinden ayırmazdık. Bu hasletleri yavaş yavaş
kaybediyoruz. Birbirimize tahammülümüz azalıyor. Gitgide daha hoşgörüsüz
oluyoruz.
Bu topraklar
ve bu toprakların kültürü o kadar zengin ki... Bir kıtada bulunamayacak kadar
ayrı kültürü, farklı yemeği, değişik folkloru bu topraklarda
bulursun. Sadece çorbaları ve köfteleri bile çeşit olarak bir kıtaya
yeter. Dünyada en fazla peynir çeşidi de bu topraklarda bulunur, hamur işinin
bin çeşidi de bu topraklarda yapılır. Ekmek çeşitleri bile saymakla bitmez.
Oyun
havalarının en neşelisi de ağıtların en acıklısı da bu topraklarda söylenir.
Sadece gelin
türkülerinden bile ciltler dolusu koca bir külliyat çıkar. Düğünlerin bin
türlüsünü bu topraklarda görürsün. Giyimin, süsün bin türünü de…
Hep beraber
eğlenmenin hep beraber ağlamanın ne demek olduğunu bu topraklarda anlarsın.
Bunları yavaş yavaş kaybediyoruz. Gitgide birbirimize
yabancılaşıyoruz. Misafirin nasıl el üstünde tutulduğunu, yemeğin,
ekmeğin, aşın nasıl paylaşıldığını bu topraklarda öğrenirsin. En bozulmamış
tarafımız burası olarak kaldı.
Dolu dolu
yaşarsın bu topraklarda. Başın belaya girdiğinde sana yardım edeni
kesinlikle bulursun. Kavga canın istediğinde kavga edeni de…
Yüzbin kere
tövbe etsen de şarabı da rakıyı da içersin.
Atta
bizimdir, avrat da… Namus belasına hapis de yatarız, zindanda can da veririz.
Hala bu
ülkenin, bu toprakların tadına varan hiçbir yabancı bu ülkeyi terk etmek
istemiyor. Gelen kalıyor. İnsanoğlu bu topraklara ayak bastığından bu yana hep
böyle oldu. Binlerce yıl sonra bile böyle olmalıdır. Anadolu
kucaklayıcıdır. Anadolu’da herkese ekmek vardır. Bunu unutmayalım.
Bu
topraklarda yaşayanların genetiğine baksan her milletten insan görürsün.
Hepsini Anadolu yoğurmuş ve bir kıvama getirmiştir. Bu toprakların insanları
birbirine benzer. Normal zamanda birbirimizi yerken, bir saldırı anında
birleşmeyi de biliriz. Bu özelliğimizi de yavaş yavaş kaybediyoruz.
Birbirimizi yalnız bırakmaya başladık.
Nazım Hikmet
anlatır; ateşi ve ihaneti görmüştür bu topraklar… İhaneti görmüştür ama bu
toprakların Karayılan’ı geçmişte çoktu. Şimdi ne kadar kaldı
bilinmez. Karayılan olmazdan önce bir tarla sıçanı kadar korkak olan
Karayılan, sonrasında Antep destanını yarattı.
Gerçekten de
ateşi ve ihaneti bu kadar yaşamış bir başka ülke var mı acaba?
Dostlarının ve kendi evlatlarının sürekli sırtından vurduğu, en
yakınlarının bile arkasında durmadığı, bu kadar önyargıyla karşılanan, biz
dahil dünyanın gerçekten hiç tanımadığı, bilmediği bir başka ülke var mı?
Yabancılara
en çok kucak açan, başı dertte olanı sahiplenen, misafirlerine başköşede yer
veren, neredeyse onlar için kul köle olan bir millettik. Şimdi?
Bu bereketli
ve kucaklayıcı topraklar, başı sıkışan hangi millete kucak açmadı ki?
İspanya ve Portekiz’den kaçan Museviler, Almanya’dan, Polonya’dan,
Macaristan’dan kaçanlar, Rusya’da kaçanlar, Irak’tan, İran’dan, Afganistan’dan,
Orta Asya’dan, Kafkaslardan, Balkanlardan kaçanlar bu topraklara sığınmadı mı?
En son Suriyeliler hangi ülkeye canlarını attılar. Suudi Arabistan’a mı
gittiler?
Türkü,
Kürdü, Arabı, Ermenisi, Rumu, Süryanisi, Sünnisi, Alevisi bu ülkede zaman
zaman baskı gördü, işkenceye uğradı, sürüldü, hapis yattı, öldürüldü. Bu ülke,
kendi insanlarına yaptığı kötülüğü hiç kimseye yapmadı ama
yabancılara her zaman hoşgörülü oldu.
Bu düzeni
değiştirmeli, bu topraklarda yaşayan, ataları yaşamış herkesi bağrımıza
basmalı, özgürce, mutlu ve beraber yaşamasını sağlamalıyız.
Ne yapıp
edip bu toprakların, bu ülkenin bütünlüğü korumalı, tam demokrasiyi
kurmalıyız. Adaleti tesis etmeli, özgürlükçü bir yapı oluşturmalıyız. Bu
topraklardaki herkes kendini azınlık hissetmemeli, tek kişinin hakkı bile
milletimiz için dert olmalı...
Atasözümüz
var "bir elin nesi, iki elin sesi var" diye. Bu ülke, toplumsal
hafızasında bölünmenin, iç karışıklıkların nelere mal olduğunu iyi biliyor.
Geçmişte
Anadolu birliği kolay sağlanmadı. Hititler, Selçuklular bile Anadolu’nun
tamamına hakim olamadılar.
Osmanlı’nın
bu topraklarda birliği sağlaması tam 218 yıl sürdü. Trabzon’un
alınması 1461’i, bu ülkenin merkezinde yer alan Konya’nın, Karaman’ın bu
topraklara katılması 1487’yi bulur. Adana’nın, Güneydoğu’nun Osmanlı’ya
katılmasının tarihi 1517’dir. Oysa Sofya, Güneydoğu’dan tam 129 yıl önce
1388’de alınmıştır. Buna karşın Anadolu birliği 1517’de kurulmuştur.
Kars, Ardahan, Iğdır, Artvin’in Ruslardan geri alınmasının tarihi 1918’dir.
Hatay’ın bu ülkeye yeniden dahil olması 1939’da mümkün olabilmiştir.
Birlik, yüzlerce yılda kurulabilmiştir. Bu durum, bu milletin toplumsal
hafızasında yaşamaktadır.
Kendi içinde
birbirini bu kadar hırpalayan başka bir millet var mıdır?
Bu
ülke, “bin tanrı ülkesi”, Hattilerin ülkesi Anadolu, o muhteşem Mısır’a,
Firavunlara kafa tutan, tarihin ilk anlaşmasını onlara imzalatan Hitit
uygarlığını da Ermeni, Gürcü, Asur, Urartu, Frig, parayı dünyanın başına bela
eden Lidya, İyonya uygarlıklarını da Nemrut’ta güneşe meydan okuyan Kommagene
Krallığını da Persleri de İskender’in dünya üzerinde yenmedik devlet bırakmayan
Makedonya’sını da, Roma’yı da Bizans’ı da bu topraklar
barındırmıştır. Tarihimiz, kültürümüz hem Orta Asya’dan getirdiklerimiz
hem de Anadolu’da yaşanmışlıkların üzerine kurulmuştur.
Sadece
Türkler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Süryaniler, Gürcüler değil Thales de
Pisagor da Heredot da Hipokrat da Diojen de Homeros da Midas da Hektor
da Herakliteos da Anaksogoras da buralıdır. Yunan medeniyetinin
kurucusu Akalar bile Anadolu’dan gitmedir. Akdeniz’i altıncı kıta olarak
adlandıran, Mavi Yolculardan, Halikarnas Balıkçısı unvanını kullanan Cevat
Şakir Kabaağaçlı, “Yunan uygarlığı, Anadolu uygarlığının öncüsü değil
takipçisidir” tezini boşa ortaya atmadı. O da biliyordu ki Helence konuşan
Atina’ya karşın İyon, Luvi, Likya dili konuşan Anadolu vardı. Dili de farklıydı,
inancı da…
Peki bu ülke
neden ağlıyor? Niye rahata ermiyor? Sürekli bir terör, sürekli bir gerginlik,
hoşgörüsüzlük, ölüm, ağlayan analar, babalar, eşler, çocuklar… Neden bu kadar
acı? Bu ülke, bu topraklar, bu insanlar bunu hak ediyor mu? Neden? Bu topraklar
hoşgörü toprakları. “Bin tanrıyı” yan yana yaşatan topraklar. Ne
diyor Mevlana, “ne olursan ol gel”…
Bunu
sağlayamıyorsak bu analar, bu babalar, bu eşler,
bu çocuklar, bu kardeşler ağlasın. Birbirimizi anlayamıyor,
birbirimize en büyük acıları veriyorsak bu topraklar, bu insanlar, bu
yurt ağlasın. “Ağla sevgili yurdum”. Dök gözyaşlarını Fırat’a,
Sakarya’ya, Kızılırmak’a…
Yorumlar
Yorum Gönder