-Jasua’yı kurtarmak
Uzaktan, artık iyice boy atmış buğday başaklarının arkasından izliyorduk. Üç kişiydik. Hepimiz 30’lu
yaşları yaşıyorduk. Neden bilmem, yere yatmış, sanki görünmemeye çalışır gibi
nefes almadan gelecek treni bekliyorduk. Tren, aşağıdaki köyden geliyor¸
doğudan batıya doğru ilerliyordu. Sabahın ilk saatleri olmalıydı. Güneşli ama hafif soğuk… Çok iyi bildiğim bu tarlalardan tren yolu geçtiğini ilk kez
görüyordum. Afallayarak izledim. Ne ara döşenmişti bu raylar. Benim bildiğim demiryolu
6-7 kilometre uzakta, tepelerin arkasındaki vadiden geçiyordu. Hayal mi
görüyordum. Gerçek ve hayal birbirine karıştı. Trenin, çayın kenarında düz bir
çizgiden geldiğini gördüm.
Sanki mahşere gider
gibi hızla geliyordu. Yine de yanımıza yaklaşması uzun zaman aldı. Ya da biz
öyle sanıyorduk. Biliyordum ki böyle zamanlarda gerçeği ayırt etmek, zamanı
kestirmek zordur. Heyecan zamanın akış hızını değiştirir. Bazen bir an bir ömür
sürer, bazen bir ömür bir an gibi geçer. Belki bir dakika belki de daha kısa
zamanda tren bize oldukça yaklaştı.
Hızla yaklaşan trenin
bir kapısının açıldığını gördüm. Trenden ilkin 40 yaşlarında hafif toplu, beyaz
tenli, sarı saçlı kadın atladı. Alman kadınlarına benziyordu. Hemen ardından 8-9
yaşında bir çocuğu kucaklamış 50 yaşlarında, uzun ve esmer bir kişi bıraktı
kendini. İspanyol rahiplere benziyordu. Art arda kadın, adam ve çocuk yerde
yuvarlandılar. Adam hareket etmedi. Çocuğu kadına teslim etti. İşini tamamlamış
bir edada, belinden bir tabanca çıkardı ve trene doğru döndü. Kıpırdamadan
bekliyordu. Kadın, çocuğun elinden tutarak hızla bize doğru koşmaya başladılar.
Bizi görmeseler de sanki yerimizi biliyorlardı. Açılan tren kapısında iki kişi
belirdi. “Atladılar” diye bağırdı biri. “Treni durdurun, atladılar”. Adam, tabancasını ateşledi. Adamlardan birini
vurdu. Vurulan adam trenden aşağı yuvarlandı. Tren durdu. Adam kıpırdamadan
beklemeye devam etti. Koşarak tarlaları geçen kadın ve çocuk bize iyice
yaklaştılar. Buğday başaklarının arkasından ayağa kalktık. Kadın ve çocuğa doğru
koşmaya başladık.
Kadın, bizi görünce,
“Jasua’yı koruyun”, “Jasua’yı kurtarın”, “dünyayı kurtarın” diye bağırıyordu.
Anlam veremedik. Trenden 10-15 kişinin indiğini, bize doğru koşmaya
başladıklarını gördük. Liderleri gibi görünen 30’lu yaşlardaki bir adam,
hepsine talimatlar vererek bağırıyordu; “Jasua’yı kaçırmayın, Jasua’yı
yakalayın, Jasua’yı yaşatmayın”… Çocukla trenden atlayan adam, tek başına
tabancasıyla çocuğa doğru ateş ederek koşan adamlara ateş ediyor, kadın ve
çocuğa zaman kazandırmaya çalışıyordu. Sonunda kurşun yaraları galip gelince
adam dizlerinin üzerine çöktü. Kafasını gökyüzüne kaldırdı. Sanki ilahi bir
şeye bakıyordu. Dudakları kımıldadı ve yüzüstü yere yığılırken son sözlerini
söyledi: “Jasua’yı koruyun”.
Kadın ve çocuk yanımıza
vardıklarında kadının da yere kapaklandığını gördüm. Sırtından vurulmuştu. Son
anlarını yaşarken, gözyaşları içinde “Jasua’yı kurtarın”, “tek ümidin sizsiniz.
Onu vermeyin, koruyun” sözleri dudaklarından döküldü. Ölmekten korkmadığını anladım.
Korkusu, Jasua’nın ölmesi veya adamların eline geçmesiydi.
“Jasua’yı kurtarın”,
“Jasua’yı koruyun” sözleri kulaklarımda çınladı. Kimdi bu Jasua? Nereden
geldiğini anlamadığımız derinden bir ses duyduk; “korkmayın, ortaya çıkın ve
çocuğu kurtarın”. Talimata uyduk, başakların arkasından ayağa kalktık. Bizi
gören çocuk, bana doğru koştu. Neden beni seçtiğini kestiremedim. Çocukla, çaya
doğru koşmaya başladık. Benimle bekleyen iki kişi, kaçmaktan vazgeçtiler ve “sen
git. Kurtar Jasua’yı. Biz gelenleri oyalayalım”
dediler. Onları son görüşüm oldu. Hızla koşarken, ardıma baktığımda sisler
içinde suluetleri zar zor seçiliyordu.
Çocuk ve ben, çayırın
aşağılarına çay kenarındaki kamışlara doğru koşmaya başladık. Nefes nefese
kalmıştım. Olağanüstü narin, kırılgan bu çocuk bana emanetti. Bu çocuk mu
dünyayı kurtaracaktı. “Buna kaldıysa dünyanın işi zor” diye düşündüm. İster
istemez çocuğun gözlerine baktım. Ürperdim. Sonsuz bir boşluk gördüm. Anladım
ki bu çocuk farklıydı, korunmalı, kurtarılmalıydı. Tedirginliğim iyice arttı.
Uzaktan silah sesleri geliyordu. Arkadaşlarım bize zaman kazandırmak için var
güçleriyle çatışıyorlardı.
Sabah saatleri olmasına
rağmen ortam karardı. Artık ne korku kaldı, ne tedirginlik… Issızlığın
ortasında Jasua ve ben yapayalnızdık.
Yorumlar
Yorum Gönder