-Faiz nasıl düşer?
-Öncelikle enflasyonu kontrol etmeden
faizleri düşürmek
mümkün değildir
-Enflasyonun ve dolayısıyla faizin düşük
olması için;
istikrarlı, en azından kısa ve orta
vadede geleceği, hedefleri,
politikaları belli bir ekonomik yapı
oluşturulmalıdır
-Siyasi riskler en aza indirilmelidir
-Zamanında sonuçlanan, düzgün işleyen,
adil bir adalet sistemi
ve insan haklarına dayanan sosyal
hukuk devleti kurulmalıdır
-Kontrol edilebilir bir bütçe açığı, uzun
vadeli, dengeli, milli gelire
uyumlu bir iç ve dış borçlanma yapısı, sürdürülebilir
cari işlemler
dengesi hedeflerine ulaşılmalıdır
-Kurların ekonominin gereklerine göre
dalgalanmasına müsaade
edilmelidir. Çok değerli TL’nin, önünde
sonunda devalüasyona ve
ekonomik krize neden olacağı
unutulmamalıdır
-Kredi mevduat dengesi iyileştirilmeli,
kredi ihtiyacını karşılayabilecek
mevduat büyüklüğüne ulaşılmalıdır
-Hesap verebilen bir yönetim yapısına,
adil bir vergi düzenine,
kayıtlı ekonomiye geçilmelidir
-Bağımsız bir Merkez Bankası ve iyi
tespit edilmiş, maliye
politikasıyla uyumlu bir para politikası
oluşturulmalıdır
-Yüksek hızlı ama riskli, kriz
potansiyeli barındıran ekonomik
büyüme yerine, uzun vadeli bir
süreçte istikrarlı büyüme sağlayan
bir ekonomik yapı tercih edilmelidir
-İstihdam yaratan, verimlilik ve rekabet
odaklı, tasarrufa, yatırıma,
üretime ve ihracata dayalı
bir ekonomik yapı kurulmalıdır
Ankara – 09.07.2019 – Faizin nasıl
düşeceğine geçmeden önce, faiz neden yüksek ya da düşük ona bakmak gerekir diye
düşünüyorum.
Bu açıdan bakıldığında ülkeleri aynı
bloklar dönemindeki gibi üçe ayırmak mümkündür. Sovyet Bloku yıkılmadan önceki
dönemde olduğu üzere birinci dünya, ikinci dünya ve üçüncü dünya bloklarındaki
gibi…
-Birinci
dünya
Bilindiği üzere birinci dünyada gelişmiş
serbest piyasa ekonomileri bulunuyordu. ABD, Japonya, Batı Almanya, İngiltere,
Fransa, İtalya, Kanada, Avustralya, Hollanda, Belçika, İsviçre, Avusturya,
İskandinav ülkeleri gibi. Öyle ki bu kapsama Güney Kore, Tayvan, Hong Kong,
Singapur gibi gelişmiş Asya ülkeleri bile girmiyor, onlar Asya kaplanları
olarak anılıyordu. Türkiye de Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD)
ve NATO üyesi olarak siyasi anlamda birinci dünyanın içinde olsa da aslında
ekonomik anlamda gelişmekte olan ülkeler arasında Meksika, Brezilya, Arjantin,
Güney Afrika Cumhuriyeti gibi birinci dünya ile üçüncü dünya arasında kalıyordu.
Bu gruptaki ülkelerde hem enflasyon hem
de faizler genel olarak tek haneli rakamlarda seyretmektedir. Son yıllarda bu
gruptaki bazı ülkelerin, örneğin ABD’nin Merkez Bankaları faizleri sıfıra kadar
çektiği dönemler de oldu.
Çünkü, bu ülkeler oturmuş bir piyasa
düzenine sahipler. Para piyasaları sığ değil. Sermaye birikimleri çok üst
düzeyde. Enflasyon yüzde 1-2’lerde seyrediyor. Uluslararası ticarette kabul
gören (konvertible) ulusal paralara sahipler. Devlet borçları genel olarak en
az milli gelirin yüzde 60’larında, hatta Japonya, Belçika, İtalya gibi ülkelerde
milli gelirin yüzde 100’ünün hatta yüzde 200’ünün üzerinde olsa da sığ olmayan
para piyasaları dolayısıyla hem çok düşük faizlerle hem de çok uzun vadelerle
borçlanabiliyorlar. Bundan dolayı geri ödemelerin bütçe üzerindeki yükü fazla
değil. Borçları yüksek ama özellikle gelişmekte olan ülkelerden ve şirketlerden
büyük miktarlarda dış borç alacakları da bulunuyor. Ekonomileri istikrarlı.
Şirketler ve kreditörler uzun vadeli olarak önlerini görebiliyorlar. Kısa
vadeli riskler yaşamıyorlar.
Siyasi risk hemen hemen yok gibi.
-İkinci
dünya
İkinci dünya, Sovyetler Birliği’nin
başını çektiği Doğu Bloku (Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Romanya,
Bulgaristan) ülkelerden oluşuyordu. Bu gruptaki ülkeler tek parti
yönetimlerinden demokratik sisteme geçtiler. Fakat öyle çok da iyi işleyen bir
demokrasileri bulunmuyor. Bu gruba Küba gibi bazı ülkeleri Bağlantısızlara üye
olsa da komünist tek parti yönetimi olan Çin, Vietnam, Küba, Moğolistan, Kuzey
Kore gibi ülkeleri de eklemek gerekiyor. Yalnız günümüzde hemen hepsi serbest
piyasa düzenini benimsedi. Bu gruba Hindistan, Meksika, Brezilya, Arjantin,
Güney Afrika, İran, Endonezya, Malezya, Suudi Arabistan, Pakistan gibi
ülkelerin yanı sıra Türkiye de dahil oldu diyebiliriz. Bu ülkelerde bir iki
istisna hariç gelişmiş ülkelerdeki gibi oturmuş bir piyasa düzeni bulunmuyor.
Gelişmiş ülkeler kadar borçlu olmasalar da yüksek enflasyon, kısa vadeli
borçlanma ve dolayısıyla yüksek faiz nedeniyle borçlarını çevirmekte zorlanıyorlar.
Büyük miktarlarda borçlanma sağlayabilecekleri bir iç piyasaları yok. Bundan
dolayı birinci dünya ülkelerinden borçlanmak zorunda kalıyorlar. Uluslararası
piyasalarda kabul gören ulusal paralara sahip değiller. Bundan dolayı cari
işlemler açıklarını kapatmakta zorlanıyorlar. Rusya, Suudi Arabistan, İran,
Endonezya, Malezya, Güney Afrika, Şili gibi bazı ülkeler petrol, doğal gaz gibi
hidrokarbon, altın, bakır gibi değerli metal ihracatları nedeniyle önemli cari
denge sorunları bulunmasa da ihracatları ham madde ihracatına dayalı olmayan Türkiye,
Meksika, Brezilya, Arjantin gibi ülkeler büyük miktarlarda dış ticaret açığı
veriyorlar ve ekonomik kriz genelde cari işlemler açığından çıkıyor.
-Üçüncü
dünya
Bağlantısızlar diye adlandırılan, 77 ülkenin
kurmasından dolayı 77’ler grubu olarak bilinen, bugün üye sayısı 130’u aşmış
Birleşmiş Milletler’in sayı olarak en kalabalık grubuna ise üçüncü dünya
deniyordu. 1964 yılında Hindistan, Endonezya, Mısır, Yugoslavya, Gana, Küba liderleri
tarafından kurulan grup, dünya ekonomik sisteminin ezilenleri olarak da
biliniyor. Günümüzde bu grup ülkeleri ekonomik olarak ayrıştı. Artık bunların
bir kısmı ikinci dünya ülkeleriyle aynı potada değerlendiriliyor. Gelişmekte
olan ülkeler bunlar. Hindistan, Endonezya gibi. Grubun üyelerinin büyük bölümü
Afrika, Güney Asya ile Meksika, Brezilya ve Arjantin’in dışındaki Latin Amerika’da
bulunuyor. Bu ülkeler, özellikle Afrika ve bazı Güney Asya ülkeleri dünyanın en
az gelişmiş ekonomileri. Çoğunda bırakın serbest piyasayı doğru dürüst işleyen
bir ekonomi bile yok. Önemli bir bölümü en tabii ihtiyaç olan gıda
güvencelerini bile sağlayamıyorlar. 821 milyon açlık çeken insanın neredeyse
tamamı bu ülkelerde yaşamaya çalışıyor. Grup ülkelerinin önemli bir bölümü dış
yardımlara bağımlı olarak yaşıyor. Kısaca para yok ki enflasyon, faiz olsun
durumundalar.
-Ekonomi
nasıl olmalı?
Şimdi gelelim faizin nasıl düşeceğine,
daha doğrusu faizin nasıl tek haneli rakamlara ineceğine…
Öncelikle enflasyonu kontrol etmeden
faizleri düşürmek mümkün değildir.
Enflasyonun ve
dolayısıyla faizin düşük olması için;
Madde madde sayacak olursak.
İstikrarlı, en
azından kısa ve orta vadede
geleceği, hedefleri, politikaları belli bir ekonomik yapı
oluşturulmalıdır .
Siyasi riskler
en aza indirilmelidir.
Zamanında
sonuçlanan, düzgün işleyen, adil bir adalet sistemi ve insan haklarına
dayanan sosyal hukuk devleti kurulmalıdır.
Kontrol
edilebilir bir bütçe açığı, uzun vadeli, dengeli, milli gelire uyumlu
bir iç ve dış borçlanma yapısı, sürdürülebilir cari işlemler dengesi hedeflerine
ulaşılmalıdır.
Kurların
ekonominin gereklerine göre dalgalanmasına müsaade edilmelidir. Çok değerli TL’nin,
önünde sonunda devalüasyona ve ekonomik krize neden olacağı unutulmamalıdır.
Kredi mevduat
dengesi iyileştirilmeli, kredi ihtiyacını karşılayabilecek mevduat büyüklüğüne
ulaşılmalıdır.
Hesap
verebilen bir yönetim yapısına, adil bir vergi düzenine geçilmeli, kayıtsız
ekonomi sınırlandırılmalıdır.
Bağımsız bir
Merkez Bankası ve iyi tespit edilmiş, maliye
politikasıyla uyumlu bir para politikası oluşturulmalıdır.
Yüksek hızlı
ama riskli, kriz potansiyeli barındıran ekonomik büyüme yerine, uzun
vadeli bir süreçte istikrarlı büyüme sağlayan bir ekonomik yapı
tercih edilmelidir.
İstihdam
yaratan, verimlilik ve rekabet odaklı, tasarrufa, yatırıma, üretime ve ihracata
dayalı bir ekonomik yapı
kurulmalıdır .
Bu maddelere başka maddeler de eklemek
mümkündür.
Peki yüksek enflasyon ve yüksek faizden
yakınan bizler, bu maddelerin kaçını yerine getirebiliyoruz.
ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa
gibi gelişmiş ülkeler bu maddelerin büyük bölümünü yerine getirdikleri için
enflasyonları yüzde 2’lerde seyrediyor. Faiz oranları da bu enflasyona uyumlu
olarak belirleniyor.
Biz de bu ülkeler gibi ülkemizi yönetebilirsek,
onlar gibi bir ekonomik yapı kurabilirsek faiz sorun olmaktan çıkar.
Yorumlar
Yorum Gönder