-Adalet yoksa barış da yoktur…
-ABD’de “I Can’t
Breathe”, “Nefes Alamıyorum” olarak adlandırılan
ırkçılık karşıtı
gösterilerinin en vurucu sloganlarından biri de
“No Justice No Peace”
yani “Adalet Yoksa Barış da Yoktur” oldu
-Şimdi hep
beraber Sezen Aksu’nun “masum değiliz hiçbirimiz”
şarkısını dinlemek
gerekir. Çünkü o sözler çok şey anlatıyor.
Hiç değilse “İçimizdeki
çocuğa sarılalım bize insanı anlatsın”
Ankara
– 06.06.2020 - Alan Parker’ın 1988 tarihli “Mississippi
Yanıyor” filminden ilham alırsak, “ABD’de yanıyor”. “I Can’t Breathe”, “Nefes Alamıyorum” olarak
adlandırılan ırkçılık karşıtı gösterilerinin en vurucu sloganlarından biri de “No
Justice No Peace” yani “Adalet Yoksa Barış da Yoktur” oldu.
Slogan
adaletle barış arasındaki ilişkiyi o kadar iyi anlatıyor ki.
Barışın
huzura giden yol olduğunu da gözden uzak tutmazsak, aslında “Adalet Yoksa Huzur
da Yoktur”.
Toplumun
bir kesimi haksızlığa, adaletsizliğe uğruyorsa, diğer kesim de huzur içinde
yaşayamaz.
Eylemler
bütün bunları vurgulayan bir başkaldırı çığlığı oldu. ABD ile de sınırlı
kalmadı.
Peki,
ne oldu da ABD’de ırkçılığa karşı olanlar sokaklara döküldü.
ABD’nin
kuzeyindeki Minneapolis kentinde, beyaz polisin yerde yüzüstü yatırdığı 46
yaşındaki George Floyd’un ensesine dayadığı dizinin altında dakikalarca “Please
I Can’t Breathe” (Lütfen nefes alamıyorum) yakarışlarına 4 polisin aldırış
etmemelerinin görüntüsü ve ardından Floyd’un hayatını kaybetmesi milyonlarca
kişiyi isyan ettirdi.
ABD’de
bu ne ilkti ne de son olacaktır. Özellikle ırkçıların ve polisin şiddetiyle
zaman zaman nükseden ırkçılık, ABD’nin bir illetidir. Sadece ABD’nin değil, tüm
dünyanın bir hastalığıdır.
-Amerikan halkının ırkçılıkla
sınavı
Amerikan
halkının ırkçılıkla sınavı yeni de değildir.
Irkçılığın
güçlü, tarihsel kökenleri vardır.
Buna
karşın 1960’lı yıllardan itibaren ırkçılık karşıtlığı da Amerikan tarihine damgası
vurmuştur.
Kızılderililer,
Meksikalılar, Afrika kökenliler olmadan Amerikan tarihini yazmak mümkün
değildir.
ABD,
özellikle tarımda işgücü ihtiyacını çok uzun bir süre Afrika kökenli kölelerle
sağlamıştır. Bunda sadece ABD’lileri suçlamak da diğer beyazları masum kılmaz. İngiliz’inden,
Fransız’ına, İspanyol’undan, Portekizlisine, Belçikalısından Hollandalısına
kadar birçok Avrupa ülkesi köle ticaretinde suç ortağıdır.
Beyazlar,
Amerika kıtasının ele geçirirken, yerli nüfusu da neredeyse yok etmiştir. Şu
anda ABD’de bir zamanlar tüm ülkeye yayılmış kızılderililerin nüfusa oranı
yüzde 1’lere kadar gerilemiştir.
Amerikan
tarihinde Meksikalılara, hatta Asyalılara iyi bakıldığı da söylenemez. Kovboy
filmlerinde bunun etkilerini net olarak görüyoruz.
-655 bin insanın
hayatına mal olan kuzey-güney savaşı
Kölelik
1860’lı yıllarda ekonomisi tarıma ve tarımsal ihracata dayalı Güney eyaletleri
için vazgeçilmez bir ekonomik avantajdı. Karın tokluğuna çalışan milyonlarca
Afrika kökenli insan olmazsa başta pamuk olmak üzere tarımsal üretim karlı bir
şekilde yapılamazdı. Nitekim, kölelik karşıtı Abraham Lincoln’ün 1860’da başkan
seçilmesiyle Jefferson Davis komutasında 7 güney eyaleti (Alabama, Florida,
Georgia, Güney Çarolina, Louissiana, Mississippi ve Teksas) bağımsızlıklarını
ilan ettiler. Bu eyaletlere daha sonra Arkansas, Kuzey Carolina, Virginia,
Tennessee katıldı ve bu eyaletler Konfederasyon olarak, ABD’nin kuzeyi ise Birlik
olarak adlandırıldı. Hatta Konfederasyon grubuna o zaman henüz eyalet olmayan
Oklohoma ile Arizona, Batı Virginia, Missouri, Tennessee ve New Mexico’nun
önemli bir bölümünü de eklemek gerekir.
-Kuzey de sütten
çıkmış ak kaşık değildi. Amaç 3,9 milyon kölenin ucuz
iş gücü olarak fabrikalarda
çalıştırılması idi
Kuzey
güney arasında 12 Nisan 1861 tarihinde Güney Carolina’da başlayan iç savaş, 4
yıl sürdü. İç savaş çok kanlı geçti. 290 bini güneyden, 365 bini kuzeyden olmak
üzere 655 bin kişi hayatını kaybetti. Bu rakamın 204 bini de çatışmalarda ölen
nüfustan oluştu. Kuzeyin savaşı kazanmasının ardından 31 Ocak 1865’te kölelik
kaldırılırken, o tarihten 5 gün sonra Lincoln, Güneyli bir beyazın suikasti
sonucu hayatını kaybetti.
1860’da
nüfusu 31 milyon olan ABD’nin 22 milyonu kuzey, 9 milyonu güneyde yer aldı.
Fakat, ülkedeki 3,9 milyon kölenin 3,5 milyonu güneyde, kalan 0,4 milyonu ise
Kuzeyin, Güney sınır bölgesinde yer alıyordu.
Kuzey
ülke mamul üretiminin yüzde 90’ını sağlıyordu ama güney, pamuk ve tütün
ihracatına dayanan üretim yapısıyla ülkenin toplam ihracatının yüzde 70’ini
karşılıyordu.
Aslında
kuzeylilerin köleliğin kaldırılmasındaki düşüncelerinin çok daha insani
olduğunu söylemek zordur.
1890
yılında dünyanın en büyük ekonomisi haline gelecek ABD’de 1860’larda hızla
üretimini artıran sanayinin, yani kuzeylilerin, güneydeki ve kuzey güney
sınırındaki 3,9 milyon köleye iş gücü olarak ihtiyacı vardı.
Amaç,
kölelikten kurtarılan ve özgürleştirilen Afrikalıları ucuz iş gücü olarak
sanayide kullanmaktı.
İç
savaştan ve köleliğin kaldırılmasından bu yana 155 yıl geçti ama ABD’de hem iç
savaşın hem köleliğin hem de kuzey-güney ayrımının etkileri tamamen silinmiş
değildir.
-Güney hala yoksul
O
zamanki sınırlarla güney, günümüzde ülke topraklarının yüzde 23,6’sına sahip. Nüfusu
122 milyonu, gayri safi yurt içi hasılası 7 trilyon doları aşıyor. Nüfustaki
payı yüzde 37,3 iken, milli gelirdeki payı yüzde 32,9. Yani kuzeyden daha
yoksul.
Toprakların
yüzde 70,2’sine sahip kuzey, 206 milyonluk nüfusu ile nüfusun yüzde 62,7’sini
barındırıyor, 14 trilyon dolara yakın gayri safi yurt içi hasılasıyla milli
gelirin yüzde 67,1’ini karşılıyor. Güneyde kişi başına milli gelir 58 bin
dolarda kalırken, kuzeyde 70 bin doları buluyor. Ülkede eyaletler arasında da
gelir uçurumu göze çarpıyor. Mississippi, Güney Carolina, Idaho gibi
eyaletlerde kişi başına milli gelir 50 bin doları bulmazken, New York’ta 90 bin
dolara yaklaşıyor, Alaska, Delaware, Connecticut ve Wyoming’te 90 bin doları
aşıp, 100 bin dolara dayanıyor.
Güney
eyaletlerinde Afrika kökenliler daha yoğun yaşıyor ama ülkenin her tarafına da
yayılmış durumlarda. Fakat, şu net: Beyazlar, diğer ırklardan çok daha iyi
koşullara sahipler. Çünkü, gelir, eğitim, sağlık imkanları diğerlerine göre
daha iyi durumda.
Ülkenin
yüzde 80’i beyazlardan, yüzde 12,9’u Afrika kökenlilerden yüzde 4,4’ü
Asyalılardan yüzde 1’i ise kızılderili ve Eskimolardan, yüzde 0,2’si Hawai ve
diğer Pasifik adalılardan yüzde 1,5’i ise diğer gruplardan oluşuyor. Yalnız
beyazlar içindeki Latin Amerika kökenliler de ki nüfusa oranları yüzde 17’yi
aşıyor ırkçılıktan mağdur durumdalar. Gelir, eğitim ve sağlık hizmetlerine
ulaşma konusunda Latin kökenliler, siyasilerden bile daha kötü bir ortamda
bulunabiliyorlar.
Siyahiler
ve Latin kökenliler ile beyazlar arasında gelir uçurumu göze çarpıyor.
-Mississippi yanıyor,
Gecenin sıcağında, Bülbülü öldürmek…
ABD’de
üç önemli sinema filmi ırk ayrımını anlamak ve o günleri hissetmek açısından
çok önemlidir.
Alan
Parker’ın 1988 tarihli “Mississippi Yanıyor”
filminde, kuzeyli dedektifi canlandıran Willem Dafoe ile güneyli dedektifi
canlandıran Gene Hackman mükemmel bir oyun çıkarmış ve bir cinayeti
çözmüşlerdi.
Bir başka film ise Norman Jewison’un 1967 tarihli “Gecenin
Sıcağında” filmidir. Filmde, Mississippi’deki küçük bir kasabada cinayet
soruşturmasına katılan kuzeyden Philadelphia’dan gelen, alanında uzman siyahi
polis dedektifi Sidney Poitier ile kasabanın şerifi, güneyli, mesleki eğitimi
yetersiz ama hiç de ırkçı olmayan Rod Steiger’in muhteşem oyunculuklarına şahit
oluyorsunuz.
Robert Mulligan tarafından filmi de çekilen “Bülbülü
Öldürmek” kitabını da unutmamak gerekir. ABD’nin güneyinden Alabamalı yazar
Harper Lee’nin muhteşem kitabını... Avukat karakterinde Gregory Peck oynuyor ki
o rol ancak öyle oynanabilirdi.
Irk ayrımı ortamını çok iyi yansıtan her üç filmde de aranan
şey adalet…
-Adalet
ve barış yoksa iliklerinize kadar hissedersiniz…
Adalet
ve barış ortamı öyle bir şeydir ki yoksa iliklerinize kadar hissedersiniz.
Varsa fark etmezsiniz bile…
İster
Adem ve Hava’dan isterse Lucy’den (*) geldiğimize ve homo sapiens olduğumuza inanın
yok aslında birbirimizden farkımız ama bir türlü ötekileştirme hastalığından da
kurtulamıyoruz.
Hayal
gücü, dünyasıyla sınırlılığı, kıskançlığı, yardımseverliği, dostluğu,
düşmanlığı, vahşiliği, sevecenliği, vicdanı, vicdansızlığı, alçak gönüllüğü, kibri,
paylaşımcılığı, aç gözlülüğü, sosyalliği, asosyalliği, cesareti, korkaklığı ile
iflah olmaz yalnızlığı ile kısaca bütün eksikleriyle, fazlalarıyla insanız.
Yine
de kendini üstün, diğerlerini ötekileştirme eğilimi genetik bir hastalık gibi
tarih boyunca peşimizi bırakmadı.
En
çok yapan olsa da ırkçılık hastalığı sadece beyaz ırkta ya da batılılarda yok. Herkes
dönsün tarihine baksın. Ayrımcılık, ötekileştirme, katliam her toprakta alan
bulmuş. Her birimiz bir diğerini dışlamışız. Barış bir türlü yeşermemiş.
Bizi
iyi yapanın vicdan olduğunu da unutmayalım. Lev Tolstoy’un söylediği gibi “bir
insan acı duyarsa canlıdır. Başkanısın acısını duyarsa insandır”.
Şimdi
hep beraber Sezen Aksu’nun “masum değiliz hiçbirimiz” şarkısını dinlemek
gerekir. Çünkü o sözler çok şey anlatıyor. Hiç değilse “İçimizdeki çocuğa
sarılalım bize insanı anlatsın”.
(*):
Lucy: 1974 yılında Fransız Maurice Taieb ve ABD’li paleontolog Donald
Johanson’un ekibinin Etiyopya’nın Hadar bölgesinde buldukları 3,2 milyon yıl
yaşında olduğu tahmin edilen Australopithecus afarensis fosili. Adını buluşu
kutlamak için verilen yemekte Beatles grubunun “Lucy in the Sky with Diamonds”
parçasındaki kızdan esinlenerek konulmuş.
Metin bey ellerinize sağlık. Ama çok çalışmalıyız, okumak anlamak anlamın gelmiyor ne yazık ki...
YanıtlaSil